Denenmemişliğin ardına bakmaca, düşünülmeyenin peşinden koşmaca !...
Arayış yollarında ruhunu kaybedip, sisler ülkesinde kaybolanı aramaca !...

Aşk Böyle Bir Şey 💜

Aşk yasak dinler mi?
Aşk kural dinler mi?
Aşk olmasaydı şarkılar yavan, şiirler duygusuz olmaz mıydı?
İnsanlar makinelere namzet, robotlar gibi dolaşmaz mıydı?

Ozanlar öksüz, şairler yetim, edebiyat dilsiz, tarih sağır, resimler ruhsuz olmaz mıydı?
Ressamlar fırçalarını yolar, ozanlar sazlarını kırar, yazarlar kitaplarını yakmaz mıydı?
Aşk olmasaydı, yaşamanın bir anlamı olur muydu?

Cayır cayır yanmadıkça, hasret ile kavrulmadıkça, için için közlenmedikçe, Aşk nedir ki?

Aşk zenginlik mi ister?
Aşk fukaralık mı bilir?
Aşk aklı mantığı mı dinler?
Aşk dinli dinsiz mi ayırt eder?

Samanlığı seyran, sarayları zindan etmez mi?
Efendiyi köleye, köleyi efendiye âsi etmez mi?
Deliyi daha deli, akıllıyı da divâne etmez mi?
Aşk Ânka olup, kâf dağının ardına gitmez mi?

Bir bakışla, bir gamzeyle, bir buseyle, o kıvılcım ateşlenmez mi?
Gönlün bir kere yanmaya görsün, ateş vuslata ermeden söner mi?

Aşık ve mâşuktan gayrısı aşığa yok olmaz mı?
Gayrıyı görmez, aynıyı bilmez, aleme kör olmaz mı?
İkisinden başka kim kalır ki alemde, bu aşığa yasak olsun? birileri aşığı hesaba çeksin!
Aşk, iki kişinin var olduğu, gayrının yok olduğu bir dünya değil midir?
Sen ne arıyorsun aralarında demezler mi?

Aşığa zaman/mekan sorun olur mu?
Hangi zamanın kör saniyesi bu vakti ölçebilir!
Hangi mekanın nemli duvarı bu aşkı öldürebilir!

Aşkı yasak gören bedbâhlar bilmezler mi, o aşk sizide vurabilir?
Aşk iki kişi arasında değil, tek kişi arasındadır, o ikisi tek'tir, biri ölürse diğeride ölür.
Bir elmanın iki yarısı, bir bütünün iki parçası, bir ruhun iki yarısıdır.
Biri olmadan diğeri yarımdır, eksiktir, yalnızdır, değersizdir, hiçtir.
Bir araya gelmeleri mecburiyet, ayrı kalmalarıysa kaderin cilvesidir.

Mecnuna sormuşlar;
Ya bu senin Leylân o kadar güzelde değilmiş, ne buldun onda?
Siz birde onu benim gözlerimle görün! demiş.

Aşık başka bir şey görür mü?
Aşık nasihat dinler mi?
Zengin, fakir, deli, akılı, profesör, çulsuz, efendi, köle, dinli, dinsiz, ermiş, eren, aziz, rahibe, veli, peygamber seçer mi?

Tanrı istediği kadar emir verse;
Benden başkasını gönlüne sokmayacaksın, başkasına bakmayacaksın, yakarım, yıkarım desede, gönül yanmış bir kere; gayrıdan korkar mı?
Halkta istediği kadar suçlasa;
Evlatlığının karısını aldı, örf ve adetlerimizde bu yok, iyice sapıttı, yoldan çıktı, derdi başka, utanmaz adamın teki dese; gayrısını duyar mı?

Kader ağlarını örmüş, o ruhu diğerine eşlemiş, tutku mührüyle mühürlemiş, gökler bu seçimle kalb kalbe kilitlenmiş, gönül nikahı göklerde kıyılmışsa, yerde bu aşkı kim engelleyebilir?
Kim bu kiliti kaldırabilir?
Kim bu nikahı yasaklayabilir?

Tanrı mı?
Şeytan mı?
Melekler mi?
Padişahlar mı?
Toplumlar mı?
Kim, kim, kim.

Peygamber bile olsa bu aşktan kaçabilir mi? kaçamadı işte, kaçamamış.
Kaderden kaçılabilir mi?
Kaldı ki normal bir insan ne yapar? nereye kaçabilir, aşkı bulmadan, onunla solumadan, ten tende kaybolmadan, nefesiyle tutuşmadan, ikiside yekvücut olmadan, aşktan kim kaçabilir?
Aşka kim sınır koyabilir?
Kaderi kim bozabilir?
Kader bir kere yazıldıysa kim silinebilir?

Yok böyle bir şey.
Aşk böyle bir şey.

Ya Divâne düşürüp aklını bitirir.
Ya Kerem olup dağları deldirir.
Ya Mecnun edip çölleri gezdirir.
Ya Peygamber yapıp, âsi ettirir.

Hiç fark etmez, kim olursan ol...
Aşk bu.
Yasak Aşk!
Yada sadece Aşk!
Ki zaten aşka yasak olmaz, aşk anca yaşanır.
Engel tanımaz.
Ya yakacak, ya yakacak, ya yakacaktır, ve yaşanacaktır, ötesi yoktur.

Kimseyle konuşmaz, konuşanı anlamaz, anladığını cevaplayamaz, içini açamaz, derdini dökemez, dizlerde derman, gözlerde ferman, boğazda düğümdür.
Bir heveste değildir, arzu ise hiç değildir.
Yakıcı olandır, yanıcı olandır, yasak olandır.

Hangi eleştiri, ateşinin karşısına durabilir?
Hangi yargıç cezalandırıp, ondan ayırabilir?

Ya aşkını savunup dünyayı karşına alacaksın!
Yada aşkını unutup o dünyada kaybolacaksın!
Aslında böyle bir tercih hakkın bile olamaz.
Yaşadıkça yanacak, yandıkçada yaşayacaksın!

Aşkın için,
O için,
Onun için,
O da senin için,

Toplumla kapışmadan, Cehenneme atılmadan, Cennetten kovulmadan, Tanrıyla da bozuşmadan, Aşk, aşk olur mu?

Olmaz diyene selamlar, aşkına yanana hasretler olsun.
Ne kadar çok hasret, bir o kadar yanacaksın demektir.
Aşıkların kaderi budur, kaderde aşkın koruyucusudur.
Aşka dair ne varsa yasaklanamaz, bu yazıda ilan olsun.
Sevgiler saygılar.
 ----------------- * ---------------

Efsane aşklara, acıklı bir aşk efsanesi de yakışır.
Bir tarafta kader, bir tarafta Zümrüd-ü Ânka 'nın küllere gömülmesinin sebebi olan kaderi masum bir aşk!...

💚💜 Zümrüd-ü Ankâ 'nın hikayesi...💚💜
   Bir gün Süleyman'ın önünde benî İsrail uleması içinde ilim münâkaşası oldu. Söz şu safhaya geldi ki;
"Allah-ü Teâlâ Hazretleri bir şeyi ki takdir etmiştir, O'na kimse mâni olamaz. Tedbir takdiri bozamaz.” dediler. Zümrüd bunu işitince dedi ki:
"Bir kimse onu bozmak istese olmaz mı?
"Hâşâ olmaz. Ne kadar ki, kudret ve kuvvet Hakk'ndır," dediklerini gördüler. Ve Zümrüdü o inancından döndüremediler. 

O anda Cebrâil Aleyhisselâm Süleyman Hazretlerine gelerek.
"Hâk Teâiâ sana selâm ediyor, buyurur ki, Zümrüd eğer bizim takdirimizi inkâr ettiyse, Maşrık padişahının bir oğlu, Mağrib padişahının da bir kızı doğdu. Bu ikisi birbirine takdir ettik, eğer Zümrüd bu takdiri bozabilirse bozsun.” dedi.
Süleyman (A.S.) Zümrüd'e: "Ne dersin, şöyle takdir olunmuş bozabilir misin?" diye durumu bildirdi.
Zümrüd: "Aler-rei'sü vel’ayn" (Baş gözüstüne) dedi.
Süleyman (A.S.): "Sakin, sonra mahcûb olursun." dedi. Çâre olmadı, Süleyman (Â.S.) kuşları tânık tuttu. Bunlardan biri karga idi. Süleyman'dan âmân istedi. Onu ileri saldı, uzaklara uçtu. Zümrüd de o maksatla uçup gitti. Magrib’e vardı. Havadan gözetti ve gördü ki; Magrib padişahının kızı beşikte yaz günü hizmetçiler tarafından etraflarına almışlar; sâfa sürüyorlardı. Zümrüd süzüldü. Kız Azve’nin beşiğinin üzerine indi. Hizmetçiler târumar olup dağıldılar. Zümrüd beşiği kaptı, havaya çıktı. Kaf dağına götürerek ulu bir ağaç üzerindeki yuvasına koydu.
Bu zümrüd dişidir. Kadın memesi gibi memesi vardır. Başı insan, dili insan gibi söyler. Eli, gövdesi kuş, o da bir mahlûktur. înşaallâh hikâyenin sonunda beyân ederiz, O ne insandır, ne melektir ve ne de kuştur.

Zümrüd-ü Ankâ kızı emzirdi. Kız büyüdükçe Zümrüdü anası bilirdi. Gündüz Süleyman'ın yanında, gece kızla beraber olurdu. Süleyman'ın heybetini ve şevketini söylerdi/ Kız dâima ağlardı. Tâ ki büyüdü, bülûğa erdi.
Bu tarafta doğu padişahının oğlu büyüdü. Atası yerine padişah oldu; Fakat avlanmayı çok severdi.
Daima işi av avlamaktı. Bir gün nedimelerine: "Kara yer avının zevkini tattık, seyrini gördük, derya avcılığının seyrini de görelim." diyerek gemileri hâzır ettirdi. Ve gemilere girerek deryaya açıldılar. Deryalara giderek avlandılar, dönüp gelirken Hak Teâiâ bir yel verdi, büyük bir tûfan oldu, gemiler alabora oldu. Herkes kendi başının çaresine koyuldu. Her birini; bir iklime attı. Şehzâdenin yârenlerinin bazısı denizde helâk oldu. Sekiz gün deniz içinde dalgalarla başbaşa kaldılar, halkın aklı başlarından, gitti. Sekizinci gün yel dindi. Halk gözlerini açtı. Nereye geldiklerini bilemediler. 

Bir gün uzaktan kara parçası göründü. Karaya yaklaştılar. Heybetli dağlar gördüler. Ucu âsumana erişmiş yücelerine çıktılar. Karınları acıkmış avlanmaya gittiler, Av kovalarken, şehzâdenin önüne bir av geldi. Ardına düşüp dağ içine gitti. Uzaklara gitmişti. Yârenlerinden ayrı düştü. Yolu bulamadı. Bir yolu tutup gitti. Meğer o yer Kaf Dağı etekleri imiş.
Gittikçe dağlar koyuldu. Derin yerlere daldı. Gece ağaca çıkar yatardı. Giderek ulu bir dağa erdi. Ucu âsumana erişmiş, ulu bir ağaç gördü. Bir memleketi kaplamış üzerinde bir yuva var, ulu bir şehir gibi.

İçinde güzel bir mahbûbe gördü. Adeta yeni aya benziyordu. Ağaçtan aşağıya bakıyor. Kızı gördü Kızı görür görmez hüznünü unuttu. Kız da onu gördü ki, kendisine benziyor. Bir kendisine baktı, bir ona baktı..
"Bu bana benziyor." dedi. "Yâ benim anam böyle değil!" diyerek: "Sen kimsin» bana benziyorsun?" dedi Hâk Teâlâ kızın dilini oğlana bildirdi.
Ve: "Ey canım, bu yalnız yerlerde ne yapıyorsun?" dedi.
Kız: "Benim anam var, gündüz Süleyman’ın hizmetine gidiyor, gece benimle olur." dedi.
Şehzâde: "Senin anan peri midir, yoksa cadı mıdır, seni burada yalnız koymuş?" dedi.
Kız: "Seni gördüm, bana benziyorsun, gel yukarı!" dedi
Şehzâde: "Nasıl çıkayım anan gibi uçamam. Fakat akşam anan gelecek, ben şu ağaç dibinde yatayım, at ve fil gövdesinin içine gireyim, sen ağla. Yalnız duramam, sen gündüz gidiyorsun, beni yalnız korsun, bari şu gövdenin  birini yukarı getir diyesin. O da götürür. Gündüz seninle olayım, gece gövdeye gireyim yatayım" diye tedbir düşündüler. Şehzade gövdeye girdi. Zümrüt gelince kız ağladı.
Zümrüd: "Kızım ne oldun?" dedi.
Kız: "Sen gündüz gidersin, ben yalnız burada duramam" dedi.
Zümrüd: "Ya nasıl yapayım?" dedi.
Kız: "Şu aşağıda yatan gövde nasıl olur, göreyim nasıl yukarı getir, onunla eğleneyim." dedi.
Zümrüd de taktiri kendi eliyle yukarı çıkarıp, yuvanın bir kenarına koydu. Ve Zümrüd Süleyman'ın hikayelerini ve saltanâtını bir bir anlattı. Şehzâde işitti ve kızı oraya sakladığını bildi. "Sen Mağrib padişahının kızısın, bahis ucundan seni kaptım" diyerek evvelini sonunu bir bir anlattı. Kızın gönlü şâd oldu ve: "Maşrık padişahının oğlu budur." dedi.
Ertesi gün Zümrüd gidince çocuk gövdeden çıktı. Kız işittiği kıssayı anlattı.
Şehzâde: "O Süleyman dediği atamı öldürtmüştür. Elhamdülillah beni buraya salmağa hikmet bu imiş." dedi. Çocuk buraya nasıl geldiğini bir bir hikaye etti. Kızda durumu anladı.
Vaktâki akşam oldu. Oğlan tekrar gövdeye girdi. Kız da Zümrüd'e istediğini söyletti. Çocuğa işittirdi. Bu hal üzere kız şehzâdeden hâmile kaldı. Sonra zaman bitti.

Cebrâil Hazret-i Süleyman'a geldi. Durumu bildirdi "Hâk Teâlâ Hazretlerinin takdiri yerine geldi." dedi ve gitti.
Süleyman Aleyhisselâm Hazretleri de Zümrüdü götürüp sordu: "Nasıl ettin, Hak Teâlâ'mn takdirini bozabildin mi?" dedi. Zümrüd başvurup, kanatlarını yere döşeyerek: "Elimden geldiği kadar bozdum." dedi.
Süleyman Hazretleri: "Git şimdi, o kızı buraya getir." dedi.
Zümrüd sevindi: "Baş üstüne!" dedi.
Süleyman Hazretleri Zümrüd'ü ulu kuşlarla beraber koşturdu, uçarak kuşlarla gitti. Mahlûkatı cemederek yüce bir divan topladı. "Acaba bugün Tanrının peygamberi ve halkı, bu mahlûkatı niçin cemeyledi?" dediler.
Bir toplantı oldu ki, şimdiye kadar böyle bir toplantı olmuş değildi, bu yana kuşlar gelerek dediler.
Zümrüd'ün kanadının ününü işittiler. "Aceb bu vakit gelmekten murad ne ki!" diyerek çocuk acele gövdeye girdi. Zümrüd ve kuşlar geldiler. 
Kız şaşırdı. "Hiç bu âne bu vakit geldiğin yoktu." dedi.
Zümrüd: "Bugün Süleyman seni istedi, gel varalım, onun divanını temâşa eyle. Orada sana benzerler çoktur." dedi.
Kız: "Beni nasıl alıp gidersin?" dedi.
Zümrüd: "Üzerime alıp giderim." dedi.
Kız: "Ben bunca denizleri geçemem, gözüm kararır düşerim." dedi.
Zümrüd: "Yâ nasıl edeyim, bugün mutlaka varmak gerek." dedi.
Kız: "Ben şu gövdeye yatayım, gözüm deryayı görmesin." dedi. Zümrüd mâkul görerek kız gövdeye girdi. Çocukla bir yatakta yattılar. Orada kız, bir oğlan doğurdu.

Kuşlar hava kalktılar. Zümrüd de gövdeyi Süleyman Hazretlerinin huzuruna getirdi. Divan kurulmuş, cümle mahlûklar toplanmış. Zümrüd de gövdeyi Süleyman Hazretlerinin önüne koydu. 
Süleyman (A.S.): "Aç görelim!" dedi. Açtı, kız, oğlan ve çocuk üçü beraber çıktılar.
Süleyman (A.S.): "Ey Subhânellah! Allah'ın takdirini böyle mi bozdun?" dedi.
Zümrüd bu söz karşısında mahcûb oldu, korktu.
Süleyman buna aman verdi. Ve o korkusundan kör oldu. Virânelere girerek gizlendi. Zümrüd de şaşdı.
Ne yapacağını bilemedi. Uçtu Kaf dağında mekân tuttu. Bir kal'ada gîzlendı. O da gündüz dışarı çıksa kargalar başına üşerler, serzeniş ederlerdi, Zümrüd'ün artık Süleyman hazretlerinin hizmetine girmeye yüzü kalmadı. Hak Teâlâ hazretlerinin taktirini bozayım diye inkar edenin hali böyle olur.
İbni Arabi - inci dizileri s,230 
----
Bu olaydan sonra zaten Zümrüd-ü Ânka 'yı ne kimse görmüş, nede yaşadığına dair bir ipucu duyan olmuş, sadece Zümrüd-ü Ânka 'nın bu olayın utancı ile öyle kızarmış ki adeta için için yanan bir kor misali, kendini bir daha çıkmamak üzere küllerin altına gömdüğünü duymuşlar.
Zümrüd-ü Ânka nın küllerin altına girmesi altında yatan acı olay buymuş.

Rivayet o ki  Zümrüd-ü Ânka bu aleme başka alemlerden erkek eşi ile beraber gelmek için yola çıkmış, eşi ya yolda ölmüş, ya da geri dönmüş derler, fakat Zümrüd-ü Ânka geri dönmeye takat getiremediği içinde, bu yüzden kâf dağı ardına ikamet eyledi derler.
Ne melek, ne insan bir dişi mahlukmuş Zümrüd-ü Ânka ... 
-------------*

Dön Zümrüd-ü Ânka 'm dön!...
Yeter gayri küllere bulandığın... Yok yere kendini yargıladığın... dön!... dön!...

 ----------------- * ---------------
 
Muhammed & Berre (Zeynep)
Ya Muhammed işin gerçekten pek zormuş, bir tarafta seni çok sevdikleri için, Allahın sevgilisi, alemlerin rahmeti olarak görenlerden, diğer tarafta da insanları kandırdın diye, senden nefret edenlere bir çok taraftarın var.
Seni sevenler nasıl ki hayallerinde bir peygamber yaratmış, onu Ulvileştirmiş, İlahlaştırmış, ona inanmayı kendilerine vazife etmişlerse, seni sevmeyenlerde aynı hayallerinde yaratılan, görmek istedikleri peygamberi görmüşler.
Sonuçta sevgide nefrette HİSSİ duygulardır, HİSSİ duygularda kişiler nasıl görmek istiyorlarsa, onu öyle gösteren bir yapı demektir ki Hisler yoğu var, varı yok eden müthiş bir duygudur.

Oysa senin hikayen bam-başkaydı değil mi?

Ne peygamber olacağım diye bir davan vardı, nede bir millete önder olmak gibi bir sevdan vardı, herşey aslında o mağaradan öncesinde başladı değil mi?

Sahi sen mağaraya niye gidiyordun ki?
Hali vakti yerinde olan birinin, mağarada ne işi vardır?

İnsanlardan kaçmanın ve inzivaya çekilmemin ardında, yoksa bir çöl dilberinin ceylan gözleri mi vardı?
Ama sen evli değil miydin? nereden çıktı bu ceylan gözlü! ve seni niye bu kadar yaktı ki!
Yoksa Aşk böyle bir şeydir de ki gibi seni cehennemlere atan, o bir çift göz, kaderin sana bir oyunu muydu? Öyle olsa bile sen bunu bilemezdin ki!
Zaten bilemedin de ve bunu hiç bir zaman, hiç bir kimseye de anlatamadın değil mi? İçinde büyüyen o platonik AŞKIN neticesinde, boğazına düğüm olan sözcüklerin, hiç bir zaman dile de gelmedi değil mi?
En güzel çözüm insanlardan kaçmak, dost olan bir mağaranın isli duvarlarına, kâh anlamsız anlamsız bakmak, kâh gözyaşları ile yalnız başına kalmaktı amacın değil mi?

Sen hem yetim hemde öksüzdün, orada burada akrabalarının yanında bir ömür geçirmek, kolay olmasa gerekti, bunun ezikliği öz-güvensizlik her zaman eksik yanlarındı. Daha hayata başladığın anlarda çocukken goller yemek, hoş olmasa gerekti, diğer yandan hayatın bu dengesizliğine rağmen, doğru olmak gibi bir huyunda vardı, sen yalanda söyleyemezdin, lakin doğruyu söyleyecek cesaretin de çok yoktu, korkuların hep vardı, zira bir çok duygun hayatın ezici çarklarında çoktan ezilmiş gitmişti değil mi?

Derken boynu bükük bu garip genç Muhammed'e şehrin en güçlü kadını göz koyar, yaşı başıda hiç mühim değildir, hatta beni babamdan şöyle şöyle isteyeceksin diye sana yollarda gösterir, adeta emrivaki yapar, neticede karşında istediğini her türlü güçle alabilecek, gün görmüş işi bilen, iradeli güçlü bir kadın vardır, bu güce karşı koymayı da çok aklına getiremedin değil mi?
Hem getirsen ne olacaktı ki? Oradan oraya sürüklenen bir kuru yaprağın, hayatı belkide böyle daha anlamlı olacaktı.
Daha önce amcandan evlenmek için borç istemiştim, ama vermemişti değil mi?
Senden yaşça çok büyük olmasıda bir problem olmadı, hayatta pek çok şeyi daha çocuk yaşta göğüsleyen ve pişen biri için, içgüveysilik ne gibi bir problem olabilirdi ki?

Ta ki o ceylan gözlü hala kızı Berre hayatına girene kadarda, hayatından memnun da sayılırdın, artık hayatına ne zaman girdi, o gözler seni ne zaman yaktı, bu çok bilinmez ama peygamber olmadan önce, bir kaç yıl boyunca mağarayı mesken edinmek gibi bir huy edindiğini biliyoruz. 
Tabi bu aynı zamanda şüphe oklarını da üzerine çekti, Hatice peşinden ayrılmamaya başladı, sana yiyecekler getirdiği gibi, bazen peşine adamlarda taktı, yoksa seni kontrol mu ediyordu? acaba bu Muhammed başka birine mi göz koymuştu! neden böyle yapıyordu, neden yanımda durmuyordu? benden kaçıyordu? O Mağara da ne vardı?
Bu Hatice için kolay değildi, genç eşi olan bir kadın nasılda, o da öyleydi, lakin korkuların da haklı olduğunu da hiç bir zaman bilemeyecekti!...

En sonunda mağarada melek gelip oku filan dedikten sonra, buna en çok sevinen Hatice oldu, zira sevdiği adam bir kadın için değil, ilahi bir aşkın neticesinden dolayı mağaraya kendini adamış demek ki dedi. İşte bu düşünce Haticeye çok iyi geldi, görmek ve duymak istediği en güzel anlam buydu. Sonrası zaten malum sen peygamber olmalısın deyip gelişen olaylarda Hatice en büyük destekçin olmuştu.
Muhammed'e gelince o bu işten hiç bir şey anlamadı, onun insanlardan kaçmak, mağaraya sığınmasında ki amaç, zaten yaşamın amaçsızlığıydı, bir türlü dile getiremediği aşkıydı, bu Hatice'nin kulağına gitse, onun neler yapacağın biliyordu, diğer yandan itilmiş kakılmış birini kim haklı görürdü ki?
Haklı olanın her zaman güçlü olan demek olduğu, bir dünyada yaşayanlar bunu çok iyi bilirler, sende bunları da iyi biliyordun, işte bu gibi sebepler biriktikçe, zaten az olan cesaretin de tükendi ve bu da seni insanlardan iyice uzaklaştırdı.

Aşk böyle bir şeydi, insanı aciz bırakan, onu gittikçe yalnızlaştıran, yalnızlığa iten bir şeydir, Muhammed'in başına gelende buydu, lakin o ana kadar çektiklerinin yanında, ondan sonra çekeceklerine kıyaslanınca esmesi bile okunmazdı, zira devreye öyle bir "ilahi komplo" girdi ki değil bunu o zaman ki insanların anlaması, onlardan sonra gelen insanların bile anlaması mümkün olmayacaktı, bir aşkı ört-bas etmek için adeta bir din icat edildi, yada bir din ile bir aşk, aynı bedende çakıştı, öyle yada böyle, bu hiç kimsenin aklına gelmeyecek bir şeydi bu.
Lakin Kader böyle yazılmışsa buna yapacak bir şeyde yoktu, sonuçta kader ya yaşanacaktı, ya yaşanacaktı.
Büyük aşklar böyle olur, gözlerden gizlenir, kem gözlere yasaklanır, mahrem olur. Ayrıca yasaklarla örülür ki kimseler bilmesin, lakin bu genede Ruhlara özeldir, çünkü Ruhlara yasak yoktur.

Neyse devam edelim, Muhammed şaşalı peygamberlik günlerinde bile o derinde ki aşkını unutamamış olacak-ki unutması mümkün değildir-kendince saf bir plan yaptı...
O ceylan gözlüyü unutmak içindi tüm bu planlar.
Evlatlığı için gitti, aşkını ona istedi, ki normalde onun karşısında dili tutulur, sözcükler boğazına düğüm olurdu ama mesele başkası üzerinden olunca, dili çözüldü ve Berre'yi, Zeyd'e istedi.
Berre önce itiraz etsede, o da aşkının bu isteğine çok direnemedi, zira aşk böyle bir şeydi, Aşk, aşkı için her türlü fedakarlıktı, kendinden de vaz geçebilmekti.
Berre ise 35 yaşına kadar onu beklemişti, maharetliydi, güzeldi de lakin hiç evlenmemişti de ama uğruna hayaller kurduğu o yetim onu bir başkasına istemişti, yoksa onun aşkı da tek taraflı platonik bir aşk mıydı, o da emin olamadı, ne yapacağını bilemedi. Gönlü bu işe her ne kadar olmaz desede, yapacak bir şeyi yoktu, kabul etti. Muhammed'de bu arada adın Berre değil, Zeynep olsun dedi, ona da evet dedi.

Zeynep, Zümrüdü Ânka misali, aşkını küllerin arasına istemeye istemeye elleriyle gömerken, artık her şey bitmişti diye düşünmüş olmalıydı...

Ahh... Muhammed ahhh !!...

Adını değiştirdin, evlatlığın ilede evlendirdin diye ONU UNUTACAĞINI MI SANDIN !!
Bu hareketin olayı daha kaotik bir hale sokmaktan başka bir işe yaramadı, nihayetinde bir yıl geçti geçmedi, Zeynep, Zeyd ile ipleri kopardı, zaten zoraki bir bağdı bu, gönül yoktu istek yoktu, tamamen koptu gitti.

Ee... ne olacaktı şimdi?
Planında tutmadı, unutmak mümkün olmadığı gibi, iyice şaşırmalara da başladın, bende bir insanım demek zorunda kaldığın durumlar oldu,
@Mürit Kefer bu yönlerini ne güzel anlatmış, zaten o da bu meseleni fark edenlerden.
Bir tarafta Cennet için, tebliği edilmeyi bekleyen bir din, diğer tarafta da bir çöl ceylanının, Cehenneme çağıran volkan bakışları!
Ne yapacaktın! Cenneti mi seçecektin? yoksa Cehennemi mi seçecektin? bir koltukta iki karpuz nasıl olacaktı?
Olacak belliydi, OLACAK OLAN OLACAKTI ve Kaderi AŞK illa yaşanacaktı, ötesi yoktu.
Derken o meşhur Cehennemi Ahzap ayetleri peş peşe geldi, adeta Azap gibiydi, hatta sonradan Ayşe bile, "eğer Muhammed kurandan ayet çıkartacak olsa bu ayetleri çıkartırtı" bile demişti, sende ki değişiklikleri aslında herkes farke tmişti ama bir yandan da ne olduğunu anlayamadılar, neticede KETUM içe kapanık bir yapın vardı ve bu durumu kimselere anlatamazdın, çünkü bunlar senin Cehenemindi, yıllardır içinde sakladığın sırrındı ama bir yandan da kurtuluş gibi göründü, Tanrın seni insanlar içinde öyle bir azarladı ve platonik bir aşkı öyle bir hiddetle gün yüzüne çıkarttı ki en hafif deyimle rezil oldun, o ana kadar çektiğin tüm acıların yanında, bunun bir tarifi yoktu.
Yani sen Cehennemi seçmiş gibi oldun, tek farkla; burada iraden yoktu, dolayısıyla Cehenneme atılmış oldun, Tanrın bile seni azarlamış, kınamış, diğer insanların kınaması çok değildi. Ayrıca insanların gözünde, adeta sapık biri oldun çıktın, oysa bu senin aşkındı, en derin meselendi, mağaraya bile gitme sebebindi, daha ötesi bu kaderindi, kimi seveceğin, kime gönlünün düşeceğini sen belirlemiyordun ki?
Bunu KADER belirliyor!
Kader; kime şikayet edeyim seni, bilemem
Alnıma yazılmış yazısın, derinsin silemem
Doğarken yakışmış; benimsin, tenimsin silemem
Alnıma yazılmış yazısın; derinsin, silemem... 
Peki Zeynep ne yaptı, sen onu zaten hiç istemediği birine layık görürken o Cehenneme çoktan girmişti sayende, lakin senin evlilik haberini getiren kişiyi duyunca adeta havalara uçtuda, üzerinde ne kadar ziyneti varsa, bu muştuyu getirene hepsini verdi.

Ayetlere tekrar gelirsek "Ve insanlardan korkuyordun. Allah, korkman için daha çok hak sahibidir." diyerek, şiddetle azarlandın, akabinde, "Sonra Zeyd, ondan alâkasını kesince onu, seninle evlendirdik ki ..." yani Tanrın, senin kaderine onu sonradan yazdık diyor ki sanki ortada sonradan yazılmış bir kader varmış gibi gösteriyor, veya Kader sil/boz bir şeymiş gibi Tanrın burada müthiş bir oyun oynuyor... bütün o mağaradır, inzivadır ÖRTÜLÜP gitmiş oldu böylelikle, oysa sen ta o zamandan aşıktın Zeyneb'e bunu çok iyi biliyorsun, kaldı ki o Zeyneb'te bunu iyi biliyordu ama kaderi aşklar böyle olduğu için, bir birinize açılamadınız.

Sadece bakışlar, o da güneşe kaçamak bakışlar gibi, kaçamak bakışlardan ötesi olmayan bakışlardı, bakışlarınız.

Tabi tüm zamanların en büyük oyuncusu Tanrı, eline fırsat geçmişken durur mu? aksiyonlarına devam etti, adeta bu aşkı ÖRTMEK ve olayı çok daha başka bir boyuta taşımak için, elinin altında olan kadınlardan, tüm akrabalarına kadar olan kadınlara kadar, sana hepsini serbest bıraktığını söyledi.
   Olaya bak ki Zeynebi sevdin diye ortalığı ayağa kaldıran, seni yerin dibine sokan Tanrı, sana bir sürü kadını serbest bırakıyor. Ondan öncesinde de çocuk yaştakiyle evlendin ses yok, annen yaşındakilerle evlendin ses yok ama ZEYNEP işin içine girince, aynı aynı Tanrı fırtınalar kopartıyor!
Helede kaderinde yazarken, Tanrının onu sana sonradan yazdık demesiyse zaten başlı başına faciaydı.

Dediğim gibi Muhammed işin çok zormuş, zira bir peygamber oldun diye seni artık normal insan görmeyen, İlahileştiren, Tanrının sevgilisi olarak gören insanlar olduğu sürecede ANLAŞILAMAYACAKSIN...
Zira Tarihlere göre sen bir böyle bir Aşkı da asla yaşamadın, buna HAKKIN YOKTU, çünkü sen bir peygamberdin, normal bir insan değildin, Peygamberlerin Peygamberiydin, Habibullahtın, gönlünde anca Allah olmalıydı, bu halkın peygamberinde görmek istediği bir şeydi ve onlarda onu gördüler.
Ve kuşaklar boyunca seni böylede anlattılar.
İnanmayanlara göre zaten insanları kandıran, sahtekar görülen biri, her halükârda hiç bir şeye hakkı yoktu.

Özetle din sadece Kabeyi kalın örtüler ile örtmedi, aslında bir aşkı da kalın örtüler ile örttü ki bunu anlayabilene aşk olsun !...

Tarihin unuttuğu bu aşk, sanmıyorum ki bir gün tüm detaylarıyla ortaya çıksın, bu yazılanlar bile zaten yok hükmündedirde, neticede büyük aşklar büyük SIRLAR ile korunurlar ki adı üstünde aşk böyle bir şeydir, AŞKLAR İMKANSIZ OLURLAR... İNANILMAZ OLURLAR...

En büyük sır daha bilinmeyendir.
En güzel söz henüz söylenmeyendir.


Orhan babanın dediği gibi Aşk bilinmeyen, söylenmeyendir, Aşklar, bu yüzden hayallerde yaşamazlar, yazıya dökülmezler, söze gelmezler, anca Ruhaniyette yaşarlar ki bu Ruhaniyeti kaleme alan, "ne bir Tarih, ne bir Din, nede bir İdeoloji olmuştur." Aşk anca Edebi dünyaya konu olmuştur ki Edebiyatta hiç bir zaman insanlığa yol/yön de vermemiştir,

Böyle bir aşkın karşısında, Ruhum anca saygı duyar, göz yaşlarına da mani olamaz, bunu hisseden diğer Ruhların yaptığı da bundan ötesi değildir.

Aşk, Zor bir şeydir.
Aşk, Göz yaşlarıdır.
Aşk, İradi değildir.
Aşk, Seçim değildir.
Aşk, Ruhun sırrıdır.
 ----------------- * ---------------


Neşet Ertaş - Ne Yaşamış, Ne Yaşıyor, Ne Yaşar

Bu dünyada muradına ermeyen
Ne yaşamış, ne yaşıyor, ne yaşar
Sevdiğini sinesine sarmayan
Ne yaşamış, ne yaşıyor, ne yaşar

Arayıp da öz yarini bulmayan
Yari bulup yarin gönlünü bilmeyen
İki vücut bir tek gönül olmayan
Ne yaşamış, ne yaşıyor, ne yaşar

Yarin aşkı ile bağrı kavrulan
Genç ömrü harman olup savrulan
Sevip sevip sevdiğinden ayrılan
Ne yaşamış, ne yaşıyor, ne yaşar

Gurbet elde garip olan garibim
Derdin deryasına dalan garibim
Sevdiğinden ayrı kalan garibim
Ne yaşamış, ne yaşıyor, ne yaşar
--/--
----- o -----

Bozkırın tezenesi güzel söylemiş, sözlerde çok manidar elbet, aşkı yaşamayan adamın yaşadığı hayat, hayat olmasa gerektir, eyvallah.
Lakin aşkı yaşayan adamın yaşadığı hayatta, hayat değildir pek.

Aşk, hiç bir zaman güllük gülüstanlık bir yapı içerisinde olmamıştır, olamaz. Aşkın yapısında bu yoktur.

Aşk, acı ile, ayrılık ile, hasretler ile örülmüştür, hatta yasaklar günahlar ile de perçinleşmiştir, bu girdabın içerisine düşenler vuslata erse bile, kaybı o kadar büyük olur ki vuslatın kazancı o kaybın açığını kapatmaya da pek yetmez.

Böyle bir yapının içerisinde, birinin ben aşık oldum sözü, onun benliğinden, nefsindendir. Yani aşık oldum demesi, onun aşık olduğunu zannetmesinden öte bir şey değildir.
Aşık olunmaz, doğulur.
Aşk yaşanmaz, yaşattırılır.
O yüzden gerçekte aşık olan kişi aşık oldumda diyemez, doğrusu aşık olduruldumdur.

Tabi insanların bu kadar bireyselleştiği bir dünyada, kimse iradesini kendi dışında hayal etmez, ben yapıyorum, ben ediyorum diye bir çabalama içerisine girer, zaten tüm öğretilerde bu yöndedir ve aşkı bile kendine maleder. Bu insanlara da çok iyi gelir ayrıca.
Asla kullanamayacağı iradeyi, full kapasite kullanıyor olma hissi insanın aklını başında alır.

Sonuçta "sahiplenme", "sahip olma" duygusunun adı da aşk diye evrilmiştir, öyle ki aşık olmak, sahip olmakla eş değerdir.

ve çokları da bunu böyle bilir, irdelemez.
İnsanlar neticeye bakarlar ve "sahiplenme" insanlara iyi gelir... bitti !...

"sahiplenme" den daha büyük bir hâz ne ola ki !?

Yok böyle bir şey.
Aşk böyle bir şey.


Herkes aynı şeyi yapıyor diye o şey doğru olmayacağı gibi, kimseler yapmıyor diyede o şey neyse o yanlış olmaz.

Aşk asla bir seçim değil, seçtirilimdir.
Devrede artık başka faktörlerin rol aldığı, gizemli, büyülü bir alandır orası.

Aşkın örtüsü gene aşk iledir !...
Sonuçta insanlar sahiplenme duygusuna da aşk dedikleri için, bu gerçeği de hiç bir zaman bilemeyeceklerdir.

Kaderin hükmetmediği aşk yoktur.
Aşkın hükmetmediği canlar çoktur.
O kor kimlere düşerse onlar yanar.
Lakin ne ateş ne de duman yoktur.


Suyun içinde hayat gizlidir.
Tohum içinde orman gizlidir.
Taşın içinde ateş gizlidir.
Kaderin içinde de aşk gizlidir.

Kader mi? aşk mı?
Hangisi daha iyi bilinir!


Kader zaten bilinecek gibi değildir !...
Aşk ise yanmadan nasıl bilinebilir ki ?...
----- o -----

Kurtlar vadisi filminde şu replik geçmişti: "Vatanı en çok sevene, en pis işi yaptırırsın"

O Tanrı ki her şeyi yaratmış, yerler gökler, cinler melekler derken insanda yaratılmış, lakin bu senaryoda genede bir eksiklik varmış.

En pis işi kim yapacaktı?
Bir KÖTÜ lazım, o kim olacaktı?

Meleklerin imtihanı da o KURBANIN kim olacağını tespit için miydi yoksa?

Neticede kötülüğü kimse üstüne almaz, kendini kötü görmez, bu melekte olsa, insanda olsa bu böyledir, netekim öylede olmuş.
Melekler, "Biz seni tenzih taktis ederken, kan dökecek bozgunculuk yapacak birini mi yaratacaksın" derken bile, kötülüğü biliyorlarmış ki böyle demişler, ayrıca kıskançlıkları da ortaya çıkmış bu itirazları ile.
Oysa insanlara göre melekler, her türlü negatif durumdan azade varlıklardı...
Meleklere göre insanlar ise kan döken, fesat çıkartan bozguncu varlıklardı...

Derken o meşhur emir geliyor, Ademe secde edin!
Madem öyle secde etmesinizya, Adem bu kadar kötü, niye secde ediyorsunuz.
Adem ise topraktan yapılmış, can verilmiş bir puttan farkı yok, onun canlı olması, tapınıldığı için put olduğu gerçeğini de değiştirmiş olmuyor.

... ve Tanrıda zarfını atıyor.
Şeytan hariç herkesler o zarfa geliyor...
Yaşlı bir şeyh, yerine geçecek birini seçmek için, şu dağdan, bana yakışacak en güzel çiçeği kim getirirse, postu ona devredeceğim der. (zarf atar)
Tabi herkes koşar gider kucak kucak çiçekleri toplayıp gelirler.
Hepsi sırayla en güzel benim çiçeğim, size en layık olan bu filan der, en sonda kalan biride kuru küçük bir dal getirir.
Bana bunu mu layık gördün der şeyh.
O da mahçup bir şekilde, efendim en güzel çiçeği istediniz ama hepside bir birinden güzeldi, hiç birini kopartmaya kıyamadım, hangisini kopartsam diğerine haksızlık olacaktı, bende o yüzden boş gelmemek için, yerde bulduğum bu kuru dalı getirdim der.
Şeyhte aferin oğlum der ve postunu ona devredeceğini herkese söyler.
Bazen herkesin yaptığını yapmamak, herkes gibi düşünmemektir aslolan, zarfa değil mazrufa bakmak gerekir, Şeytanın yaptığı da bundan farklı değildir.

Tabi Şeytanın aldığı cezada gerçekten bir ceza mı yoksa bir ödül mü?
Bugüne kadar kopmamış bir kıyamete kadar izin almakta ne ola ki!

Neticede en pis iş ona düşüyor.

En çok seven olan olduğu için mi?
En çok âsi olan olduğu için mi?


SEVEN SEVDİĞİ İÇİN HERŞEYİ YAPAR.
Kınanmalar,
Suçlanmalar,
Nefretler,
Yasaklar,
Hakaretler,
Beddualar,
Lanetler,
vs.
Aşık bunların hiç birini görmez, duymaz, bilmez.

Hikayelerde Peygamberler bile taşlamış, Şeytanın gözünü kör etmiştir diye anlatılır.
Veliler, evliyalar, azizler, azizeler bile az taşlamamış olsalardır bu kör aşığı.

Halklar ise Şeytana uymak, veya Şeytan kandırdı deyi tüm suçu Şeytana atmayı iyi bilirler.
Bu bir "ortak bilinçtir" dünyanın her yerinde geçerlidir.

Şeytan olmasa onlar çok çok iyi insanlar olacaktılar netekim!
Şeytan olmasaydı suçlanacakta belliydi, suçlanacak sadece Tanrıydı...
Eğer sen kötülüğü yaratmasaydın, bizde onu işlemezdik diyeceklerdi...

Neticede insan dediğimiz o makineye, suçu kabullenmek, özeleştiri gibi kodlar tam işlenmediği için, kötülüğü kendine konduramaz.
Kötü ya Şeytan ya ötekiler ya da sistemdir.
Kendisi asla değildir...
O masum olandır, tıpkı melekler gibi!

İşte senaryoda ki bu kötülük rolü, mükemmel bir kumpas ile Şeytana havale edilmiş.
O da almış kabul etmiş, Şeytanda o gündür bugündür lanetlenmiş, dahasıda geridedir.

Hasılı büyük aşkların olduğu yerlerde "LANETLER" kaçınılmazdır.
Büyük AŞKLAR lanetlerle örtülür ki AŞK böyle bir şeydir.

💚 💜

Mongol - Cengiz Han - 2007
Filminde Timuçin ve Börte arasında geçen aşk hikayesi, inanılması güç ama tarihin belkide bu en sert adamı, 9 yaşında çizilen bir kader neticesinde, bir birlerine bağlanıyorlar ve aşkı için, aşkı da onun için nelere katlanıyorlar.

Ne yasa, ne töre, ne onur, nede başka bir şey dinliyorlar.
"Bir Moğol, kadın için savaşmaz, ancak onuru için savaşır" sözüne inatla, onurunu hiçe sayıp kadını için savaşan bir adam.

Diğer yanda da aşkına ulaşmak için, erkeklere bedeninden başka verecek bir şeyi olmayan, ve bedenini veren bir kadın.

Herşey bir birlerinin yüzünü son kez olsun görebilmek, bir araya gelebilmek için.
Kaldıki başkalarından olduğu açıkca belli olan iki çocuğuda, öz çocuğuymuş gibi sahiplenebilen ve bu benim çocuğum diyen bir Cengiz han.

Aşk böyle bir şey
Aşk, ne istediğini bilir.
Aşk sadece onu ister.

O yüzden Aşk, aşıkları onursuzda yapar, gurursuzda yapar.
Onsuz olduktan sonra, onur olsa ne yazar, olmasa ne yazar.

----


Bu şarkıyı Orhan baba 1983 yılında Leyla İle Mecnun adlı filmin finalinde okumuş ardından da albümü çıkmıştı.
O sıralar Orhan baba çektiği filme göre beste yapıyordu, neticede kendisi aşk adamı ve beste fabrikası olduğu için bir problemde yaşamıyordu, lakin bu filmin final sahnesinde Leyla taşlandıktan sonra ki sahneye, ne bir söz nede bir beste yapılabilmiş, tıkanıp kalmış.

Ardından bu sahneyi Ali Tekintüre'ye anlatıyor ve o da kısa zamanda üsteki şiiri Orhan Gencebay'a veriyor, o da bunu besteliyor.
Ve Orhan baba da bunu hiç şarkısına okumadığı bir performansla okuyor ve bu muhteşem eser ortaya çıkıyor.

Film aslında teknik açıdan vasat bir film olsada duygu, şarkılar açısından müthiş bir filmdir.
Filmin final sahnesi ve şarkı için videoya bakınız...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Ruhun tekamülü bedenleşme,
Bedenin tekamülü de doğalaşmadır!


Copyright 2008 - 2024 🇹🇷 @Felasife | Site haritası

Mal sahibi, Mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi!

Creative Commons Atıf 4.0 Uluslararası Lisansı