Denenmemişliğin ardına bakmaca, düşünülmeyenin peşinden koşmaca !...
Arayış yollarında ruhunu kaybedip, sisler ülkesinde kaybolanı aramaca !...

Evrimsel Düşünmek !...

Evrimsel düşünebilir misiniz?
Bu da ne demek derseniz, şöyle ki;

İnsanlar, inançsal, ideolojik, siyasi olarakta düşünebilirler.
İdeolojik düşünce, (ideolojik taraf)
Siyasi düşünce, (siyasi taraf)
İnançsal düşünce. (inançsal taraf)
Evrimsel düşüncede bunların hiç birine "taraf" olmadan düşünmek demektir. Yani tarafınızın Doğa olduğu düşünce ki, Evrimsel düşünce bu demektir.

Doğadan taraf olabiliyorsanız, Evrimsel düşünmek hiçte zor değildir, çok rahat Evrimsel düşünebilirsiniz.

Şimdi yazacaklarım uzun olacak, lakin benim açımdan keyifli de olacak, meselelere farklı bir açıdan bakmak, her zaman iyidir, ufuk açarlar, hep aynı şeyleri duymak söylemek sıkıcıdır, tekrarlar bunaltıcıdır, gurur okşanması yanıltıcıdır.
Okumaya da meraklıysanız çayınızı kahvenizi alın, zira "Evrimsel düşünmek" nasıl olur, onu örneklemeye çalışacağım.

İyi okumalar.

- - - 0 - - -


Matematik Şeytan işidir!
Arap dünyasında veya İslam dünyası denen dünyada, Gazali böyle ferman buyurunca, İslam dünyasın da, daha doğrusu zamanının bilim dünyasın da (o zamanlar bilim Araplardan soruluyordu) büyük bir kırılma ve ardından da kopuş meydana geldi. Bugünün biliminin temellerini atan, araştırmaya, okumaya meraklı Araplar, bu söz ile durdular ve Bilime olan merakları geçiverdi.
Belkide kendi sınırlarına geldiler, belkide Dini daha önemli gördüler, araştırma geliştirme boş işlerdir deyip, bilimi bırakıp dinlerine geri sarıldılar.
İbn Rüşd gibiler Gazali'ye karşı çıksa da iş işten çoktan geçmişti, kırılma çok derin olmuştu, Endülüs filan da zaten bu hengamede yok oldu gitti.

Evrim gibi bugün sizi uzaya çıkartmayacak ama insan kimliğine dair bir sürü şeyi "sorgulamanıza" sebep olan, ilkelerin temellerini de Araplar attı ortaya. Araplar diyorum çünkü Araplar yönetimin başındaydı, izin yetkisi onlardaydı, dolayısıyla onlar izin vermedikten sonra, söylenenlerin de bir hükmü olmuyordu.
Dün develeri sırtında kervancılık yapan Dehr'in çocukları, o günler de Avrupa da İsa'nın havarileri gibiydiler!
Arap rüzgarlarıyla Yahudilerle de Hristiyanlarla da kardeş gibi olmuşlardı, araları iyiydi.
Lakin Üç yüz yıllık merak ateşleri de bir emirle sönüverince, bir günde putlarını kırdıkları gibi, onca çalışmayı emeği de hebâ ettiler gittiler.

İbni Heysem gibi adamlar da, bugünün biliminde ki "sorgulama", "şüphelenme", "deneylemeden inanma" gibi temelleri atılar, bunu da öğretilerin de kullandılar.
İnsana ait ne varsa onları da sorgulamaya başladılar, öyle ki kutsallıklar bile bundan nasibi alıyordu. Lakin "Sorgulama" riskte oluşturmuştu!
Kısacası Araplar Antik çağların eserlerini alıp, onları geliştirerek "sorgulamanın" da önünü açtılar. Bu gibi yaklaşımlar birikince de, akabinde resmen frene basar gibi, Gazali'nin sözüyle bilim olayını da bırakıverdiler.
Antik çağlarda yanan sonra azalan, Arapların yakmasıyla tekrar canlanan sorgu ateşi, tekrar sönmeye yüz tutmuştu.

Genede parıltıları bir süre daha devam etti o merak ateşinin ama hayatta boşluk olmaz, birinin tükenişi diğerinin doğuşudur, onlardan kalan boşluğu Avrupalı devralmaya başladı, onların çalışmalarını alıp, kendi yapmış gibi gösteren de oldu, sadece kendine mahsus işler yapanda oldu.

Artık meydan onlarındı!
Sorgulama serüveni, yeni sahiplerini bekliyordu!


Fakat şurası da bir gerçek ki Araplar, Avrupayı ciddi şekilde etkiledi, Avrupalı bir kaç asır Arapların bilim ezikliği içinde yaşadı, Arapçanın bilim dili olduğu bir coğrafyada ezilmemek ne mümkündü!
Bugün bizler veya dünya, İngilizce dili altında nasıl eziliyorsa, onlarda Arapça altında eziliyorlardı.
Bilimi geliştirenler, aynı zamanda ona ait terminolojiyi de geliştirir, dolayısıyla ihraç edilenler sadece alet edevat, makineler, kitaplar olmazlar, dil, kültür, kavramlar da buna dahildirler, Arapların da bilim de kendi terminolojileri vardı.

Şimdi Batı neden bu kadar ilerledi meselesinin altında, Doğunun yani Arapların frene basması da yatar, Doğu'da ki kırılmanın, ve sonrasında Batı'da ki yükselmenin yegâne sebebi budur. Öteki türlü frene basmasalardı bugün Batı nasıl olurdu kim bilebilirdi ki? Ya da dünya?
Onların frene basması Avrupalının işine yaradı tabii, neticede meydan boş kalmıştı, pek çok şeyi alıp geliştirdiler, "sorgulamayı" da alıp ileri bir aşamaya getirdiler, Hristiyanlığı bile resmen sorguladılar, Araplar bundan kaçmıştı korkmuştu ama onlar kaçmadı. Şu an Bilim de Hristiyanlıkta yerinde durduğuna göre, demek ki sorgulama da korkulacak bir şey yokmuş, Arapların korkusu boşunaymış, bunu anlayamadı onlar, anlayamazlar da artık.

Avrupalı da paylaşım konusunda Arapların aksine, oldukça "ketum" davrandılar, öyle ki bir matbaayı, merceği vs. siyasi ve askeri sır gibi ele alıp, buna göre davrandılar, yani paylaşımları dünyaya oldukça sınırlı oldu, patent, lisans gibi şeylerle onları "ebedi korumaya" da aldılar.
Hiç bir zaman ANONİM olamadılar!
O şeyleri başkasının üretmesine izin vermedikleri gibi, kullanmaya da çeşitli sınırları koyuyorlardı. Ta ki iş işten geçip, modası kalmayıncaya kadar bir süreçte oluyordu paylaşımları. Aynı taktiği bugün de kullanıyorlar, bunu bir türlü terk edemediler. Demek ki işin içinde evrimsel bir şeyler varmış ki, bunu değiştirememişler.

Türklere gelince, biz ne şimdi ki Batı kadar bilim toplumu, ne de Doğu kadar inanç toplumu olduk. İkisinden de değildik ama genede inanç yönümüz daha ağır bastı elbette. Geç girdiğimiz Avrupa Devler liginde, hiç bir zaman yer bulamadık, ne davet edildik ne de zorla girebildik, kapılar kapalıydı. Haçlı seferleri, kontrolsüz büyümek gibi hevesler, iç sıkıntılar derken, kişisel gayretler dışında bilim teknik konularında geri kalındı.
Hasılı ketum Avrupalı ile, sahalara çoktan elveda demiş, bezgin Arapların arasında sıkışıp kaldık. Kalış o kalış. Coğrafik olarakta tam da o konumdayız zaten. Batının gözünde barbar, Doğnun gözünde kafirdik. Bu hiç değişmedi, bu bugün de böyledir.

Bizim işimizse tarih boyunca pratikliğe odaklıydı, yaşamsal pratikliği asırlar önce çözmüştük, sıcak soğuktan etkilenmeyen seyyar, yürüyen evler, at üstünde ok atmak, demire hükmetmek, atı eğitip rüzgarla yarışmak, bir yere sabit kalmamak, çar çabuk devlet kurmak vs.
Türkler daha önceleri Anadolu'ya geldiklerinde demir çağındayken, Avrupalı bronz çağındaymış mesela ama bunlar artık mazide kalan şeyler.
Dolayısıyla bizim kafamız öyle karışık, hesap, kitap, uzay, sanayi işlerine çok basmazdı, basmadı da ama pratiklik konusunda fena değildik, onu asırlar öncesinde çözmüştük.
Tabii bunların hepsi geldi geçti, unutuldu gitti, tarihte ki yerlerini aldı.

Pratiklik yerini ağır sanayiye, üretimlere, sermayelere çoktan bırakmıştı, dünya artık karmaşık bir yer oldu çıktı, eskisi gibi değildi.
Doğada ki pratiklik, teknolojide ki pratiklik ile yer değiştirince, ortada eskisi gibi bir doğa anlayışı kalmadı, olan şey doğaya bile hükmetmek şeklinde gelişti.
Doğaya göre ne yaşam kaldı, ne düşünce kaldı, ne de ona göre şekillenen bir hayat kaldı.
Öğretiler bile değişmişti bir kere, yaşam değişmişti çünkü.

Şekli insan veriyordu artık, insan kendi tarihini yazıyordu ve de okuyordu, kendi tarihini yazanlar da anca kendilerinden bahsederlerdi.
"İyi veya kötü" ayrımı hiç fark etmezdi, insan olsun da, "kim olursa olsun" meselesiydi mesele.

Haliyle sadece "insan" vardı insanların odağında.

--- / ---

Toparlayacak olursak, medeniyetler zaman içinde inişler çıkışlar göstermiştir, Antik çağlardan beri süre-gelen inişler çıkışlardır bunlar.
Burada biri neden ileride, öteki neden geride diye düşünürsekte, bunu anca ileri gidenlerin ketumluğunda da aramak gerekir derim.
Neden onlar diğerlerine yardım etmedi de diğerlerini geride bıraktı gibi.
Daha başka bir neden aramaksa, EVRİMİ GÖRMEK İSTEMEMEKTİR !...

Onlar paylaşımcı olsalardı kimse geride kalmazdı diye de rahatlıkla diyebiliriz, lakin böyle de hiç olmadı, böyle "anonim" bir millette yer yüzünde görülmedi? Hele Batılı hiç görülmedi! Eğer görülmüş olsaydı, şimdi bunlar da yazılıyor olunmazdı.
İşin daha da tuhafı onlar paylaşımcı, anonim olsalar bile, (böyle bir paylaşım da yokya) bu seferde gene aynı şeyler olacaktı. Yani gene birileri ileride, birileri de geride olacaktı!
Araplar örneğini verdik, evrim onları çöl iklimine göre evirmiş, onlar anca onda mutlu olurlar. Ne yapılırsa yapılsın onlar aslına dönecektir, netekim de dönmüşlerdir.

Çünkü EVRİMİN ATTIĞI İMZA SÖKÜLEMEZ !...

Öteki türlü kimsede, birden bire hop diye gökten inmediğine, gelişme denen şey de EVRİMSELDİR. Bu da geçmişin birikimlerinin toplamıdır.
Bu Cosmos belgeseli tam da bunu anlatıyor, "ışığın hikayesi" herkes geçmişte bir tuğla koymuştur kendince. Kimse kimseden ne üsttür ne de alttır.


Burada başarıda başarısızlıkta kişisel değil, bütünseldir, o da en tepede ki bütünlük olan doğadır.

Ama hâlâ, neden ileri veya geri diye bir cavap aranırsa da evrime iyi bakınız, evrimi iyi anlayınız. Kısacası EVRİMSEL DÜŞÜNÜNÜZ!
Diğer türlü düşünmek, inançsal, ideolojik, ırksal veya siyasi olur ki bunlar zaten insan odaklı öğretilerdir, onda sadece insan görülür. İnsan ürünüdür çünkü.
İnsanın görüldüğü yerde de, "ne evrim görülür, ne de doğa görülür!"

Bu konunun amacı da, anlatmak istediği de bu değildir.

EVRİM herkesi aynı oranda geliştirmez, herkesi tek tip yapmaz, bir sınıftaki her çocuktan aynı performans beklenmez, öyle olsaydı hepimiz ROBOT olurduk, o zaman neden herkes ilerlemedi diye, insan üzerinde tartışmanın anlamı olurdu, netice bir ROBOTTUK! deriz, sorunu araştırırdık.
Ama ROBOT değiliz ki!
Evrim böyle bir şeyi istemiyor ki, isteseydi herkes aynı olurdu zaten. EVRİM ROBOT İNSAN İS-TE-Mİ-YOR. Bu çok açık.

Lakin insanlar da bunu değiştirmek istiyor, ROBOT özlemiyle yanıyorlar, ama bunun değişemeyeceğini de bilmiyorlar, bilmediği içinde yargılıyorlar da yargılıyorlar, ilginç.

Bilen Evrim'i yargılamaz!
Onu öğrenmeye, iyice anlamaya çalışır.


Hatta büyük resme Evrimsel açıdan bakınca, kimse ne ileride ne de geridedir, "herkes yerini bulmuştur."
Sular akmış yolunu bulmuştur, resim budur.
Bu resme, daha doğrusu tespite bakıp-ki bu bir tespittir-bunu yargılamak, Evrimin ve Evrimsel sürecin bilinmemesinden kaynaklanır.

Ama tabii insanlar bu meselelere ideolojik, ırksal, inançsal kısacası "hissi" baktığı için, böyle bakmayı da sevdikleri için (çünkü işin içinde üst alt var, duygu okşanması var, var oğlu var) faturayı hep insana çıkartmayı seviyorlar, zaten ne beklenir ki bunu öğrendiler! Öğrendikleri şeyi yaşatmak içinde savunuyorlar! Oysa insan binlerce yıllık bir serüvende ki bir noktadan başka bir şey değil, bir canlı sadece, Doğa kimini çöle atmış, kimini kutuplara, kimini dağlara, kimini de ovalara atmış. Hiç biri aynı değil bir kere, hepsi aynı olacakta değil, hepsi kendi içinde bile aynı değil, ayrılar.
Neyse o!
Birileri ileri diye, geridekileri suçlamak, EVRİMSEL DEĞİLDİR.
Birileri geri diye, ileridekileri methetmek, EVRİMSEL DEĞİLDİR
Zira Evrimde ileri geri, iyi kötü, diye insani (insanların icat ettiği) değerler yok ki? Ahlak gibi kavramlar bile yok!

Öteki türlü eziklik veya üstünlük duyguları da, tamamen hissidir. Evrimi aradan çıkartıp, onu bypass edip yok saymak, insana yüklenmek zaten aklın işi değildir.

İnsanlık evrimi keşfetti ama henüz daha onu anlamadı!
Mesele bu!
En büyük problem de bu!

O keşfedildiği için mesele bitti sanılıyor, oysa daha bitmedi, belkide yeni başlıyor bile diyebiliriz.
1. evre /keşfetmek. (Bakmak)
2. evre /anlamak. (Görmek)
3. evre /yaşamak. (Olmak)
İnsan evrimi ne zaman anlar?
İnsan odağından kurtulduğu gün anlar!

Elan 8 milyar insan, totalde 100 milyar civarı insan gelip geçmişken, nasıl olacak o iş?
Zor görülebilir ama imkansız değil.
O insanlar gelip geçiyor, geldiler geçtiler ama DOĞA HÂLÂ YERİNDE DURUYOR.
Benim gibi cahil biri bile bunları yazabiliyorsa, bilen için hiçte imkansız değil, bilakis çok kolaydır. Evrimsel düşünmek o kadar basittir.

İnsandan kurtulmak doğayı görmeyi sağlar, şu an da bizler doğayı görmüyoruz, ona sadece bakıyoruz, gördüğümüz sadece insan! Çünkü onu anladık!

Anladığın şeyi iyi görürsün, gördüğün şeyi de iyi anlarsın! (Görmek - Anlamak)
Etrafta bu kadar çok insan olursa, onlarla konuşursak, yazdıklarını okursak, tabii ki de hep insanı görürüz, onu ararız, onu suçlar, onu kutsarız.

Farkında mısınız? Odağımız da sadece insan var!

Görmekte 2 türlü olur.
1 Fiili görmek.
2 Faili görmek.

Bizlerin fiili de insan, faili de insan!
Biz anca bir birimizi anladık! Daha doğrusu anladığımızı sandık!

Oysa bu kadar insanlarla iç içe olursak, kendimizi anlamamız asla mümkün olamaz, "ODAK" hep insan kalacaktır çünkü, aksine insan dışına çıkmak lazımdır ki insan odağından kurtulalım, bir de insana dışarıdan bakalım, o ne?

O dışarının adı DOĞA'dır.
Çok uzakta değildir o!

Hasılı doğaya sadece bakıyoruz, onu görmüyoruz.

Doğa ne?
Mevsimlerin döngüsü, taşın toprağın görüntüsü, havanın suyun döküntüsü, bitkilerin örtüsü, hayvanların sürüsü!
Doğa bu mu?
Asla!

Doğa sensin!
Onun içinde olduğun sürece, ondan ayrı değilsin, bunu hissettiğin sürecede, sen, sen değilsin!
Sen doğasın! Gördüğün şeysin.

Dikkat et!
Baktığın şey değilsin, baktığın şey anca taş, toprak, bitki, hayvan, insandır.
Gördüğün şey resimler, isimler, cisimler değil, olduğun şeydir, olabildiğin şeydir.

Haliyle ne olduğunun hiç bir önemi yoktur, ne olabiliyorsun o önemlidir.
Kendini sadece "insan" olarak mimlediğin için, bunun da değişmez olduğunu sandığın için, ondan uzaklaştın hepsi bu!
Uzak olmak, yakınlaşmanın vesilesi olabilir mi? Neden olmasın, yakınlaşmak için evvela uzaklaşmak lazımdır.

Aynı şimdi olduğu gibi.

--- / ---

Topladıklarımızı da toplayalım.

Doğanın görüldüğü günler de gelecek, (O zaman insanlar görülmeyecek)
Hatta Doğa olunan günler de gelecek, (O zaman sen de görülmeyeceksin)


Zaten bu kadar olanlar, bunların da olacağı anlamına geliyor demektir.

Macera devam ediyor...

Evrimsel düşününce, olanlardan olacağı görmek zor değil.
İnsani düşününce, "İyi & Kötü" var, başka bir şey yok.

Doğada ise "İyi & Kötü" diye bir ayırım yok ki!

Sevgiler

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Ruhun tekamülü bedenleşme,
Bedenin tekamülü de doğalaşmadır!


Copyright 2008 - 2024 🇹🇷 @Felasife | Site haritası

Mal sahibi, Mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi!

Creative Commons Atıf 4.0 Uluslararası Lisansı