Denenmemişliğin ardına bakmaca, düşünülmeyenin peşinden koşmaca !...
Arayış yollarında ruhunu kaybedip, sisler ülkesinde kaybolanı aramaca !...

İnsan Doğa Olacak!

Yazının yazılmadığı, sayıların sayılmadığı zamanlardı.

Ne Reankarnasyona inanılırdı, ne de Tekamül bilinirdi!

Tanrıların bile bilinmediği karanlık çağlardı.

Ataların karanlıkları yırttığı zamanlardı o zamanlar.

Anası Atası ne yaptığıysa, evladı da onu yapardı.

Atanın tecrübesi, deneyimi evladına ışık olurdu.

Evlatta bunları iyice bellerdi.

Bir gün o da evlatlarının atası olacaktı.

Asla unutmamalıydı öğrendiklerini!

Aldıklarını geri vermeliydi.

Bir daha bu dünyaya gelmek mi?

Niye gelsin ki? 

Anlamsızdı onun için!

Ne işe yarayacaktı ki?

Buraya ait değildi ki, tekrar niye gelsin!

Burayı sahiplenmiyordu ki ona aidiyet beslesin!

-ki buranın sahibi vardı, Doğa!-

Toprağı yoktu ki etrafına çitler çeksin.

Evi yoktu ki kapısına kilitler taksın.

Bir daha buraya niye gelsin ki?

Doğanın koynundaydı, saygısı sonsuzdu.

Lakin yaşam bir kereydi.

Aynı derede iki kere yıkanılmıyordu.

Aynı ceylanı üç kere avlayamıyordu. 

Gördüğü gibiydi her şey.

Kanlı!

Canlı!

Farkındaydı o yaşamın.

İyi gözlemliyordu.

Göreceğini görmüş, bileceğini bilmişti!

Doyumsuz değildi ki, dünyaya doyamasın!

İhtiraslı değil ki, elindekileri paylaşmasın!

Niye çok kere gelsin gitsin ki?

Yetmez mi bir kere geliş!

Anası, Atası yoksa, o tek başına ne etsin ki? 

Ruhunu kaybetmiş bir beden!

Bedenini kaybetmiş bir Ruh!

Hangisi daha kötüdür ki?

O bireysel değildi ki?

Kültürünün bir parçasıydı.

Küçüktü, belkide bir hiçti.

Damlaydı, denizlere nispetle.

Lakin genede o bir parçaydı.

Bilincindeydi küçüklüğünün.

Farkındaydı büyüklüğünün.

Ayrılığın düşünülemediği bir bütünlük!

Süslü sözleri bilmez, derin düşünmezdi. 

Kanlı gözleri hareketi tarardı.

Hassas kulakları sese odaklıydı.

Nasırlı elleri tuttuğunu koparırdı.

Ama ya hep, ya hiç!

Bunu iyi bilirdi.

Hayatta kalmanın, dayanılmaz güdüsü!

Varoluşun cazibesi, yaşamın büyüsü!

Sürüden ayrılanı kurt kapardı.

Bıçak sırtındaydı yaşam!

Hemen yanındaydı ölüm!

Aile ol, bir arada kal!

Lider ol, aileyi koru! 

Sorumluydu.

Görevliydi.

Bir kültürün mirası omuzlarındaydı.

O yüklerle iki ayağının üstündeydi.

Bana ne diyemezdi!

Görevinden kaçamazdı!

Depresyonu bilmezdi ki girsin.

Sorumsuz değildi ki, kendini düşünsün.

Bireysellik.

Ah bireysellik!

O çağlarda ki uçan ejderlerdi.

Alevler saçardı, Ruhları yutardı. 

Hiç gerek yoktu o devlerle savaşmaya.

Eti yenmez, postu giyilmezdi.

Şan, şöhret para etmezdi.

O böyle yetişmişti.

Gücünü boşa harcama.

Enerjini koru.

Sabırlı ol.

Ve hayatta kal!

Ve aileyi koru!

Sen hayatta kalırsan, kültür kalır.

Sen yoksan evlatlar karanlıkta kalır.

Bu kadar kıldan inceydi ölüm. 

O kadar ağırdı ki omuzlarında ki yaşam.

Ne kaplandan ne de aslandan korkardı.

Korkusuzluk konusunda sıkıntısı yoktu.

Ama yalnızlık!

İlla o yalnızlık!

İçgüdüsel olarak korkunçtu.

Hiç girmedi o maceralara.

Yol belliydi.

Ataların izini takip et!

O ne yaptıysa, sende onu yap!

Macera mı? Girme!

Tekamül mü? Etme! 

Yeniden doğmak mı? Doğma!

Ya sonrası mı? Bilme!

Atadan ne gördün?

İşte bunu hiç unutma!

İleride bunlar unutulacaktı.

Kültürü küllere karışacaktı.

Medeniyetler yükselip, şehirler dolacaktı.

Maceralara koşanlar bulunacaktı.

Döşekler üstünde hayaller kurulacaktı.

Şehrin konforları evlatları saracaktı.

Harflerin sayıların büyüsüne kapılacaktı.

Ve, ve, ve... 

Bir gün Atalar da unutulacaktı.

Yeni düzende ilklere yer yoktu.

Onlar ilkeldiler, vahşiydiler, cahildiler.

Nasıl onların izinden gidilebilirdi.

Nasıl onlar içselleşebilirdi.

Kaos!

Sürekli tetiklenmeliydi.

İnkar!

En kolay yoldu.

Unutmak!

Masum bir mazeretti.

Hiç yaşanmamışlığın koynuna. 

Terkedilmişliğin bağrına.

Öylece unut git.

Vicdan rahat.

Hayat hızlı.

Yeniliklere yelken aç.

Gidilecek bir dünya yer.

Yapılacak bir sürü proje.

Kurulacak sonsuz hayaller.

Kalın kitaplar, pembe düşler.

Gelsin inançlar, gitsin ideolojiler.

Okunacak tonla kitaplar.

Savunulacak onca fikirler 

Bunlar tokuşturulmalıydı.

Benlik iddiaları savunulmalıydı.

Hayat buydu!

Özel olmalıydı, geçmişi bulunmamalıydı.

Âri, pâk, temiz!

En seçkin soy!

En doğru yol!

Ya trübünlere oyna!

Ya da marjinal takıl!

Hiç farketmez.

Nereden geldiğiniyse karıştırma!

Özel olma hissine gark ol! 

Görmedim.

Duymadım.

Bilmiyorum.

Buydu yeni düzen.

Köksüz, sapsız, iğreti.

Yeni düzende yeni ol!

Geriye değil, ileriye bak!

Evrilen dünyada ki evrilişler.

Zincirin halkasında ki zincirler.

Tutsak olmuş fikirler.

Ebediyete mahkum Ruhlar.

Toprak verimliydi.

Doğa izin verendi.

Ne eksen bitiyordu.

Fikirler de o oranda bitti.

Dört bir yandan medeniyetler yükseldi.

Şehirler boy verdi.

İnsan şaştı kaldı bu işe.

İnsan kendi doğasını üretmişti bile.

Kendi ürettiği kendini büyüledi.

Efendilerini yarattı köleler.

Bir salgın ki bulaştıkça bulaştı.

Kuantumlar, olasılıklar, paraleller.

Başka yerler öğreniliyordu. 

Başka sistemler keşfediliyordu.

Hayal edilmezse görülemiyordu ama olsun.

Hayaller güzeldi.

Başkasına teslimdi iradeler.

Zararı yok!

Hayaller zenginleşiyordu.

Harikâ!

Onda inanlılarada paylar çıktı.

İnanmayanlarada paylar çıktı.

Lakin toplamda o bile paylaşılamadı.

Paylaşım yeni düzende yoktu.

Eskilerden kalma masallardı onlar. 

Her şeyin bir bedeli vardı.

Parayla ya alınır, ya da satılırdı.

Bireysellik coştukça coştu.

Haklı olmanın aşkın coşkusuydu tadışlar.

Bir kere tadıldı mıydı, daima arzulanışlar.

Sistemde herkes kendi krallığını kuruyordu.

Öteki kötülerken, mağrurdu tahtda oturuşlar.

Unutuldukça unutuldu unutulanlar.

Yazılmadıkça kayboldu yaşananlar.

Ta ki bir gün yazılacaktı bunlar.

Unutulsada olacaktı hatırlayanlar.

Zaman yolculuğunu bekleye dursun medeniyet. 

Geçmişe elanda gidilir, olursa samimiyet.

Doğada ne yok olur ki yaşananlar yok olsun.

Öylece durur orada, onlar nice kaybolsun.

Derin bir bakış, sessiz bir duyuş.

Sürekli tekrarlanan bir yaratılış.

Ölen boşa ölüp gitmiyor.

Doğanın cilveleri bunlar.

Bir sır gizliyor Doğa.

İnsana ise yol vermiş.

İnsan anlamıyor, soruyor!

Ben niye geldim diyor?

Doğa kendini sessiz anlatıyor. 

Doğaca!

İnsan gürültüsünden duymuyor.

İnsan olmanın mesuliyeti yok mu?

Karanlık çağları boşuna mı teptin?

Deli maceralara boşuna mı çekildin?

Doğa insandan ne bekliyor?

Kendisini anlamasını mı?

Evet!

Bir gün onu anladığında.

İnsan Doğa olacak!

Doğada insan!

O yolda gidecek.

Yavaş ama emin!

Şimdi anlamasada.

Sonunda anlayacak!

Doğa ne?

İnsan ne?

En büyük sır, çözülmedi.

En büyük gizem, bilinmedi.

Daire tamamlanınca.

Son halka ilk olunca.

Doğa ne istiyor.

Anlayacak ...

Anlamak kaderi.

Ya anlayacak, ya anlayacak!

Anlamamak seçeneği yok.

Zaten başka seçenek yok!

Döngü dönecek.

Devran sürecek!

Olmadı bir daha, bir daha...

Anlayana kadar devam edecek.

Anlayınca ne olacak?

İnsan O olacak!

Hayret’e varacak!

... 0 ... 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Ruhun tekamülü bedenleşme,
Bedenin tekamülü de doğalaşmadır!


Copyright 2008 - 2024 🇹🇷 @Felasife | Site haritası

Mal sahibi, Mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi!

Creative Commons Atıf 4.0 Uluslararası Lisansı