Denenmemişliğin ardına bakmaca, düşünülmeyenin peşinden koşmaca !...
Arayış yollarında ruhunu kaybedip, sisler ülkesinde kaybolanı aramaca !...

Tasavvufi bir bakış - kuran

Aslında bu konu üzerine bir yazı yazacağım aklımın ucundan bile geçmezdi ama forumda sürekli Kuranı Muhammed uydurmuştur, kafasına göre yazmıştır, vs. sözleri sık sık görünce haliyle dikkatimi çekti bu durum.
Kuran bir Türk olarak inandığım kitap olmasada, beni bağlamasada bu onu tamamen yanlışta yapmaz.
Âma meselesi, Zeyd/Zeyneb meselesi, Esirler meselesi gibi meseleler yüzünden Muhammed kuranda adeta azarlanmıştır, böyle irili ufaklı başka azarlamalar araştırılırsa çıkar elbette ama bunları Muhammed temizleyemez miydi? veya kendi uydurduysa bu kuranı, bunları niye yazmış diyede düşünüyor insan.

Ez-cümle
a-) kuran saçma bir kitaptır, masallar anlatır vs. dense bu kabul edilebilir.
b-) kuranı Muhammed uydurmuştur, kafasına göre yazmıştır dense, bu kısım tuhaftır.

Arada ne fark var derseniz?
a şıkkı, karşıt zıt bir düşüncedir o düşünce zaten kuranıda, Muhammedide, Tanrıyıda kabul etmez.. OK. (toptan rettir yani)
b şıkkı, kendini gizleyen bir düşüncedir, yani o düşünce sahibi başka bir inanca, ekole ve Tanrıya vs. zaten inanırda kuranı bu yüzden kabul edemez.
Dolayısıyla dolaylı yoldan kötüleme yolunu seçer ki onun kabul ettiği başka bir kutsal din, kitap, peygamber inancı zaten vardır.
Bunun benzerini Muhammedilerde yapar, bir yandan peygamberlere inanırlar, Kitaplara inanırlar (iman şartıdır) diğer yandan İncil, Tevrat tahrif edilmiştir deyip, onlarda diğerleri için uydurma kitaptır derler.
Olay "Benim inancım seninkinden üstündür" davasına gelir dayanır.

Kuran, Tevratında İncilinde içinde bir nur ve hidayet vardır demişse olay Muhammediler için bitmiştir.
Bunun aksini iddia edenler, üstte dediğim "kendini gizleyen bir düşünce" sahibine benzerler ki bunlar samimi de değildir.

Neyse ben konu başlığına geri döneyim, özetlersek kuranı Muhammedin uydurması mümkün görünmüyor, bu kitap ona bir şekilde yazıdırıldı.

Şimdi bu yazıdırılma olayı, Tanrısal değil melekler yazıdırmıştır, veya Şeytan yazdırmıştır, veya Muhammedin çift kişiliği vardı ona geçince o yazdırıyordu da denilebilir.
Bunlarda her hâlükârda Muhammedin iradesi dışında ki durumlar olup, kuranı Muhammed yazdı uydurdu kapsamına girmez.

Buraya kadar anlattıklarımdan Muhammediler kendilerine pay çıkartabilirler ama az sonra anlatacaklarım onlarında hoşuna gitmeyecektir.
Zira kuranda Muhammedinde bilmediği, daha doğrusu haberi olmadığı meselelerde vardır o yüzden uydurmuş değildir diye bu konuyu açtım.

Hicr süresi son ayet;
"Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et." diyanet böyle diyor...bunu genelde çoğu tefsircide böyle der.
Dolayısıyla hocalar/hacılar/imamlar bu ayeti baz alarak namaz/ibadet ölene kadardır derler.

Kelime kelimede böyle bir anlamdır.
1. va'bud : ve kul ol
2. rabbe-ke : senin Rabbin
3. hattâ : e kadar
4. ye'tiye-ke : sana gelir
5. el yakînu : yakîn

Görüldüğü üzere Yakîn 'e çokları ölüm demiştir, bir kısmı direk Yakîn diye almıştır, Yaşar Nuride Yakîn 'i Türkçe anlamıyla almıştır.

Özetle Yakîn Türkçe de şaşmaz kesin bir bilgi anlamındadır, birini Yakînen tanıyorum dediğimizde çok iyi tanımak, Yakînimdir dediğimizde (Vekillerimiz der'ya) çok yakınımdır gibi anlamları olan bir kelimeye ölüm demek zaten yanlıştır.

Peki neden böyle demişlerdir, çünkü Muhammed namazı ölene kadar bırakmamıştır...mesele budur...o yüzden onun izinden gidenlerde burada Yakîn olsa olsa ölümdür manasını vermişlerdir.
Bu tabii uydurmadır, tahmini bir cevaptır, orada ölüm değil özel bir kelime Yakîn kullanılmıştır.

Ayete tekrar dönersek (xxxx i siz doldurun) "Sana xxxx gelinceye kadar Rabbine ibadet et" denince, peki xxxx gelince ne olur?

Ayet açık; "ibadet biter" demektir bu.
Kul olarak alırsanız "kulluk biter" demektir bu.

Muhammed bunu bilmiyordu, bilse zaten "Dünyanızdan bana üç şey sevdirildi: güzel koku, kadın, gözüm nuru olan namaz" demezdi + ölene kadar namazda kılmazdı..ama kılmıştır tarihten anlaşılan odur.
İbni Arabi fususunda Muhammed fassını bu hadis üzerine inşa ederki bu hadis uydurma olsa almazdı Arabi.

Toparlayacak olursak, Muhammed böyle "bilmediği" bir Yakîn olayını kurana kendi koyamaz, koyamadığı içinde uydurmuş olamaz.

Sonuçta bu olayı herkes bilmesede, hiç duymasada, hocalar inkar etsede (insanoğlu hiç duymadığı bir şeyi inkara meyillidir), başka bir şeyler deselerde, tahminlerde bulunsalarda, bu tasavvufi olarak bilinen bir şeydir.
Tabii tasavvufun bizatihi kendisi uydurma bir şeydir diye düşünende olabilir, zararı yok, tasavvuf hadd-i zatında okuyarak öğrenilen bir şey değil, yaşayarak öğrenilen bir şeydir, Arabi'nin değimiyle keşf-i âkıldır yani âkıl ötesidir.

Velhasıl, basit bir NAMAZ meselesi bile anlaşılmamışsa, yanlış anlaşılmışsa, hacıları/hocaları/ulemaları bile anlamamışlarsa, kuranın bütününü nasıl anlaşılır?

Acaba ortada anlaşılmamayı isteyen bir tanrı mı vardır?
Yoksa insanoğlu hayal peşinden koşmayı mı seviyordur?
Veyahut herkes gerçeği Yakînen bildiği için mi rahattır?
Kaldıki hiç bilmeyen biriyse bunları nasıl anlayacaktır?


Altın kural: "Bilen söylemez, söyleyen bilmez."
Bilen söylese bile insanlar hayallerinde ki tanrının peşinden koşmayı sevdikleri için, gerçeği anlayamazlar maalesef.
Bu nokada duydukları sadece duymak istedikleridir ki bu kulağa başka bir şeyi duyuramazsınız, anlatamazsınız..

Bir emekli imam arkadaşım/abim vardı, 10 yıl oldu vefat etti, lakabı "Namazsız hoca" idi ve şunu çok derdi,
"Bir adam 40 yaşına kadar hâlâ namaz kılıyorsa kaç o adamdan.!
Zira o adam eğer samimi ise Yakîn meselesine zaten kısa zamanda vâkıf olur, yok eğer su kaçıklığı varsa vâkıf olamaz.
" derdi
Akabinde, "Su kaçıklığı olan adamdan da fayda gelmez, anca zarar gelir" diyede eklerdi.
Bencede bir insan en büyük zararı kendine verebilir.
Çok şey bildiğini zannederken, zandan öte geçememek, hoş olmasa gerektir.

Ayrıca bu abimiz duruma göre "Anlasan sormazdım, anlatsamda anlamazsın" diye orjinal bir şey söylerdi ki bu mevzular içinde olmayanlara bunlar imkansız gelir, netice itibariyle tasavvufi dünya sesler ve davalar dünyası olmadığı için, birşeyleri ispat edeceğeğim diyede bir kaygısı olmaz tasavvufi bakışın.

Bir Türk'ün aslında tasavvufa da ihtiyacı yoktur ama gel gör ki aslını unutan bir milletin "unutkanlık" gibi ciddi sorunları olunca, pusulası şaşmıştır.
Yapacak bir şey yok, Kızıldereli Şef Seattle 'nin dediği;
Alıntı:
Atalarımızın külleri bizim için kutsaldır ve onların dinlenme yerleri kutsal zeminlerdir. Siz, atalarınızın mezarlarına gereken önemi vermez ve onları anmazsınız. Sizin dininiz, tanrınızın demir parmağı ile taş tabletler üzerine yazılmıştır. Bu sayede dininizi unutmamanız sağlanır. Bizim dinimiz atalarımızın geleneklerinden, yaşlı insanlarımıza Büyük Ruh tarafından gönderilen rüyalardan oluşur ve insanlarımızın kalplerinde yazılıdır.
Bizimse bir rüyamızda yok, bir kutsalımızda yok..başkalarının rüya ve kutsalını yaşıyoruz..maalesef.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Ruhun tekamülü bedenleşme,
Bedenin tekamülü de doğalaşmadır!


Copyright 2008 - 2024 🇹🇷 @Felasife | Site haritası

Mal sahibi, Mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi!

Creative Commons Atıf 4.0 Uluslararası Lisansı