Denenmemişliğin ardına bakmaca, düşünülmeyenin peşinden koşmaca !...
Arayış yollarında ruhunu kaybedip, sisler ülkesinde kaybolanı aramaca !...

İçimizde ki kötülük! | Ben kimim?

"İçimizde ki kötülük" deyince bunun cinsellik ve seks denilen yönünü biraz ele alacağım ki bu konu TABU bir konudur, ulu orta pek konuşulmaz, boyutu dünyevi tüm kuralların ötesine geçer ki o yüzden sadece yüzeysel geçeceğim.

Tasavvuftan bilindik bir söz;
"Ne var alemde, mevcuttur Ademde"

Doğada ne varsa insanda o da vardır, doğaya bakıncada envâi çeşit ilişkiler de vardır, bu insanlarda da vardır haliyle, İnsanda doğadan ayrı değildir hepsini bilir, görür, duyar, okur, eleştirir vs.

Her ne kadar insanlar bunu kendi koyduğu, ahlak, sadakat, dürüstlük, din, kanunlar, anane gibi vb. kurallarla bunları sınırlasalarda, kendilerince bir takım kurallar koysalarda, engelleselerde, baskılasalarda, içselde dünyevi kurallar pek işlemez ve hatta bazen sıkıntıda yaşarlar.
İçsel, dışsala baskı yapar.
Ya rüyalarına girer, ya durduk yere akıllarına gelir, yada tetikleyen bir şey olur kafaları karışır, bununla mücadele etmeye başlarlar, tabi bunu çoğunca kimseye bile söyleyemezler.
Nasıl söylesinler bu ayıptan ziyade, çoğunca sapıklık dediğimiz şeyler kapsama girer.

Haliyle baskılama ve genel kurallara uyma, ufaktan o kuralları delme arasında gidip geliriz. Pek göründüğümüz gibide değilizdir yani.
Her zaman biraz suçluluk duygusu, pişmanlık, öfke ve nefreti bir kenarda tutarız ki onu kendimize de harcarız.
Başkalarına harcadığımız durumlarda bile, temelde kendi içimizde ki o kötülüğe isyandır bir nevi bu diyebiliriz.

"Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol."
İkiside aynı şey olmakla birlikte, bir o kadar zor bir olaydır bu, dünyanın bu şartları altında mümkünde değildir, ama nedir; iyi insan olmaya çalışılabilir.
Aslında bu bile maskelediğimiz, ört-bas etmeye çalıştığımız bir şeydir ki başkalarına dürüst olmaya çalışırken, derunumuzda kendimize dürüst olamadığımızı da biliriz!
Çünkü içimizde bazen öyle tehlikeli fırtınalar eser ki kimseye çaktırmamaya çalışırız, onu baskılamaya çalışmaktan da imanımız gevrer. (Siz genede baskılamaya devam edin, akli olan budur) Ama baskılamaya çalışmakta İÇ özgürlüğümüzde sınır var demektir, sınır oluncada buna ÖZGÜRLÜK denmez. Baskılamasakta başkaları zarar görecek deriz ki şaşırıp kalırız.
Buradaki tek sevincimiz başkalarına ZARAR vermediğimizdir, buna seviniriz, ama diğer yandan genede kendimize zarar veririz, özgür olmadığımızı biliriz bir yandan.

Neticede Biz bu değilizdir, yani "ben buyum" sözü en derinde ki ortaya çıkmadığı, onunla yüzleşmediğimiz için, bu kendimizi kandırmaca olur.
Ama çıktığı zamanda adeta rezil olacağızdır ki peki ne yapacağız? veya BEN kimim? sorusu nasıl olacak.
İki yol bize göz kırpar...
Ya tamamen o enerjiyi serbest bırakıp, öyle özgürleşeceğiz...
Ya da onu tamamen baskılayacağız ki esareti tam yaşayacağız...
Yani ya tam esaret bilinci, yada tam özgürlük bilinci... TAM yaşamadığımız herşeydeyse eksiklik var demektir.
Bu iki yolun dışında kalan, yani arada kalan kişi bu şartlarda BEN dese, BEN BUYUM dese, BENLİK iddialarında bulunsa, bu sanal bir BEN likten ötesi değildir.
Zaten biraz özgürlük veya biraz esaret ile her daim İÇSELİMİZDEN fırtınalar eksilmeyecektir, baskı, baskı, baskı... bunun dindarlıkla veya dinsizlikle de alakası yoktur, bu İNSANA has bir şeydir.

Toparlayacak olursak, içselde ki BEN i tanımadan, onu ortaya çıkartmadan BEN dememiz, bir biliş değil, illuzyondur, kendimizi kandırmacadır.

Tasavvuf bu noktada o enerjiyi ortaya çıkartmak için-ki ona NEFS demiştir-ölmeden önce ölmek denen ölçüyle hareket ederek, o enerjinin en ufak bir isteğini bile duymamazlıktan gelerek, NEFS üzerine DİREK oynamaktır.
Çünkü basit isteklerimiz dediğimiz şeyide isteyen odur, bizi rezil edecek şeyleride isteyen odur, yani BEN dediğimiz bizi biz yapan şeydir isteklerde bulunan, bizde adeta ona hizmet ederiz.
Fakat buradaki ilişki o kadar ilginçtir ki BEN dediğimizde aslında iki BEN vardır içeride, biri DIŞ aleme iyi görünen BEN, diğeride İÇ alemde o acayip şeyleri de istemekten geri kalmayan BEN ve biz bundan yüzleşmekten her zaman kaçarız, düşünmek dahi istemeyiz.
Şu halde "İçimizde ki kötülükle" yüzleşmeden, kendimizi dahi tanımayacağımıza göre, bir başkasını nasıl tanırız? Tabi kötülük dediğimiz şey sadece cinsellik yönünden değil, kişinin kendini tanıması yönünden önemlidir, herşey cinsellik değildir, zaten en önemli meselede bu değil midir? Ben kimim!
Doğadan kendini soyutlamaya çalışan, suni bir takım kurallara uyan biri mi?
Yoksa doğanın kurallarına tamamen teslim olan, bunu bilincinde olan biri mi?


Ya içimizde beslediğimiz o kötülük dediğimiz enerji, kötülük değilse? onu yanlış anlıyorsak? onu ortaya çıkartamadığımıza göre, onu bilmişte olmayız ki?
Kendimizi bilmiş olmayız!
Buradaki anahtar kelime "Özü Eleştiridir" özünü eleştirmeyen, onu tanımaya kendini adamayan, bu saydıklarımızı kendinde yok sayan, doğadan kendini ayıran ve bunu görmek istemeyen, zaten İçinde bir kötülük olduğuna da inanmaz, inanamaz, ama üstte dediğim gibi bu bir TABU dur. Yüzleşilmediği sürecede hayatın sürekli olarak o insanın karşısına çıkarması demektir bu.

Neticede hayat inatçıdır..
Ne insanların tabularına saygı duyar, nede doğru bildiğinden vazgeçer, inadına inatçıdır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Ruhun tekamülü bedenleşme,
Bedenin tekamülü de doğalaşmadır!


Copyright 2008 - 2024 🇹🇷 @Felasife | Site haritası

Mal sahibi, Mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi!

Creative Commons Atıf 4.0 Uluslararası Lisansı