Denenmemişliğin ardına bakmaca, düşünülmeyenin peşinden koşmaca !...
Arayış yollarında ruhunu kaybedip, sisler ülkesinde kaybolanı aramaca !...

Karanlık çağları bilir misiniz?

Karanlık çağları bilir misiniz?

Her yerde boy gösteren o amansızlığı!
Işıksızlığı, ümitsizliği, belirsizliği.
Tanrılar henüz gökler de görünmemişler, elçileriyse yere inmemişler.
Tarihçiler bile boş vermişler, onların ilgilendiği medeniyetler tarihi.
Yazının olmadığı, hesabın yapılmadığı, ölümün kol gezdiği zorlu zamanlar.
Bir ağaç kovuğunda, bir mağara koynunda, bir derenin kenarında ki yaşayışlar.
Kan kırmızısı gözlerin, nasırlı elleriyle, tehlikeler karşısında ki dik duruşlar.
Her zaman tetikteydi mızraklar, çünkü koruması gereken birileri de vardı etrafta.
Onlar da bir aileydi! Sahi aile ne demekti, bilmiyordu ki aile ne?
Çocuklar büyütüyordu ama o onu da bilmiyordu, baba ne? evlat ne?
Ateş etrafında, mistik hikayeler anlatmayı da çok bilmiyordu.
Garantisi yoktu yaşamın, peşinde koşmadan yemekte yoktu.
Düşünmek gerekmiyordu, yol gösteren içgüdüleri zaten baskındı.
Sadece öncekileri takip etsin, onları taklit etmesi yeterliydi.
Sıkı takipçiydi, iyi iz sürerdi.
Buna mecbur kalmıştı.
Bunu iyi öğrenmişti.
Ama taklit yetmiyordu ki, yaşam tuhaf şeyler de getiriyordu sürekli.
Ne edecek, ne yapacak, nasıl bir yol çizecekti.
Tek bir yol göstericisi vardı ama o içinde ki ses değildi!
Onun içinde ses yoktu!
O içinde ki sesten bile yalnızdı, öyle bir yalnızlıktı, yalnızlığı.
Kendinden bile izoleydi.
Rüyalar da görüyordu elbet ama anlamsızdılar.
Ona anlam verecek, yoracak bir iç sesi, arkadaşı, dostu yoktu.
Dostsuzdu!
O kadar yalnızdı.
Dışında ki derisi kadar, karanlıktı içinde ki karanlık.
İçi dışı aynıydı adeta.
Kendiyle konuşamıyordu o!
Karanlık çağlarda el yordamıyla yaşamaktı, yaşamaklığı.
Tutunabildiği tek dal anca buydu.
Dürtüler!
Sezgiler!
Bir yere gittiyse, gitmesi gerektiği için gitti.
Bir şey yaptıysa, yapması gerektiği için yaptı.
Düşünmedi hiç, varlık ne, yokluk ne!
Yargılamadı hiç, yaşam ne, ölüm ne!
Çok az düşünüyordu ama öz düşünüyordu.
Yeterliydi ona.
Düşünce girdaplarına girmedi hiç.
Ben kimim diye, hiç sormadı kendine!
Kime soracaktı?
Olmayan kendine mi?
O sezgilerini dinledi, onu takip etti.
İçgüdüsü öngörüsü oldu, sezgileriyse can yoldaşı.
En sevdikleri ölüveriyordu, kimseler demiyordu ki şöyle yap. 
Ağlamayı bile bilemiyordu, gözlerinden yaşlar da gelmiyordu.
Ruhsuz değildi elbet ama onu ona öğreten de olmamıştı henüz.
O duyguları daha tam bilmiyordu.
Ona da gerek yoktu, olsaydı öğrenirdi.
Bekliyordu o kadar, kalkar belki diye ama yok hareket yok!
Bilemiyordu ne yapacağını.
Kalk kalkmaz! 
Duy duymaz!
Gel gelmez!
Buz gibi olmuştu, ateş yaksa acaba ısınır mıydı?
Bir iki dürtüyordu ki uyansın.
Yok duymuyor.
Yalnızlık!
Ey yalnızlık!
Yalnız kalmıştı ama ağlayamıyordu.
Ağlamak!
Onun zorlu yaşamında lükstü ağlamak!
Zayıflıktı.
Zaafiyetti.
Adının bile bilinmediği, bir boşluk duygusuydu o.
Nedensizliğin, kimsesizliğin, çaresizliğin ilk hali.
Terk edilmişliğin bizatihi kendisi!
Yalnızlık!
Adı olmayan, cismi olandı!
Heyhat !...
Neredesiniz!
Ses yok!
Sessizlik!
Cevapsızlık!
Dinlerin görmediği, Bilimin önemsemediği ilklerdi onlar.
Doğanın çocuklarıydılar, şehrin çocuklarından farklıydılar.
Sevdiği ölünce, şehrin dışına gömüp, terk etmezdi onlar.
Onlara göre vefasızlık olurdu bu.
Ya yanlarında taşırlar.
Ya evlerinde gömerler.
Ya da yerler.
Ama bırakıpta terk etmezlerdi.
Bu da ya korkusunu yenmek içindir, ya da sevdiğini göstermek içindir.
Ölü yalnız bırakılmazdı, kendi de yalnız kalamazdı.
Zaten yeterince yalnızdılar.
Ya her zaman onun yanında olmalıydılar.
Ya da her zaman o yanlarında olmalıydı.
Yalnızlık başka türlü nasıl aşılabilirdi?
Çaresizlik başka türlü nasıl çare olabilirdi?
Onun dünyası böyleydi.
Zordu, çetindi, amansızdı.
Zorlu zamanlarda ki zorluklardı yaşadıkları.
Başkalarından öğrenmedi bunu.
Deneye yanıla öğrendi.
Ataları da böyle yaptı.
Evet atalar!
O kültüre aitti.
Atalar kültü.
Bu kültür hiç bir yere yazılmadı.
İçgüdüseldi o, bir sonrakine devretti.
O atalarının evladı, evlatlarının atasıydı.
Sahip çıkmalıydı kültürüne.
Bir gün onların yanına gidecekti.
Yanlışta yapmamalıydı.
Onlar ne yaptıysa, o da onu yapmalıydı.
Şehirli ona vahşi dedi, yamyam dedi, dedi de dedi.
Ama demedi ki onun dünyası böyle!
O yalnızdı!
O yalnızlığını anca atalarıyla aşabilirdi.
Şehirli ne bilsin izole yalnızlığı!
Bilemedi netekim.
Onlara göre yalnızlık bilinen bir şeydir.
Paylaşılabilir, anlatılabilirdi.
Birileriyle konuştukça o aşılabilirdi de.
O ağlama, iç çekme, kahretme, isyandır.
İlk insanların yalnızlığıysa, ilkin ilk halidir.
Şehrin yalnızlığı su katılmış, rafine edilmiştir.
Sâf yalnızlıkta, sen bile yoksundur.
Çıldıramazsın, çığlık atamazsın, deliremezsin.
Değil paylaşmak. adını bile yapmazsın.
Ahh! diyemezsin! 
Off! çekemezsin!
Kapris yapamazsın! 
İsyan edemezsin!
Düşünemezsin!
Evet düşünemezsin!
O bile yoktur.
Şehirli ne bilsin bunu!
Düşünür, düşünür, off yalnızım der!
Bu yalnızlık değil, yalvarış, yakarıştır!
Can sıkıntısı, eş, dost alışkanlığıdır.
Oysa izole yalnızlık.
Hiçliğin tam ortasında, isimsizliğin koynundadır.
Sessiz, sözsüz, düşüncesiz.
Belki bir bakış atma.
Donuk, mat, gri.
Gayri iradi öylesine.
Bakmakta denmez buna.
O yöne başı çevirmektir.
Duygusuz, hissiz, ruhsuz.
Sonra yok!
Önce yok!
Şimdi yok!
İçsel ses yok!
Düşünce yok!
Terk edilip gitmiş.
Bir et parçası gibi.
Nefes alıp veren.
Hepsi 0!
Bir bitki gibi.
Sakin, statik.
Varlıkları bilindi.
Yoklukları önemsenmedi.
Onlar böyleydiler.
Karanlık çağlarda doğdular, yaşadılar, öldüler.
Bunun onurunu, gururunu, deneyimini yaşadılar.
Elan da yaşıyorlar.
Kimsesiz, kimliksiz, kendiliksiz!
Böylede yaşanabilirliğin efendileri.
Onlar doğaya aittiler.
Onun çocuklarıydılar.
Doğanın çocuklarıydılar.
Ama sahip çıkmadılar doğaya.
Aidiyet beslemediler ona.
Nefrette etmediler ondan.
Barışık kaldılar.
Buraya ait değildiler.
Sorun şu ki?
Onların ait olduğu bir yerde yoktu!
Hiçte olmadı.
Bunu da biliyorlar.
Bunun bilinciyle de yaşadılar.
Aitdiyetsizliğin belirliliği.
Öyle bir yaşam.
Aldığını geri ver!
Geriye bir şey kalmasın!
Hepsi bu!
Bir nefes.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Ruhun tekamülü bedenleşme,
Bedenin tekamülü de doğalaşmadır!


Copyright 2008 - 2024 🇹🇷 @Felasife | Site haritası

Mal sahibi, Mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi!

Creative Commons Atıf 4.0 Uluslararası Lisansı