Denenmemişliğin ardına bakmaca, düşünülmeyenin peşinden koşmaca !...
Arayış yollarında ruhunu kaybedip, sisler ülkesinde kaybolanı aramaca !...

Zümrüd-ü Ankâ'nın hikayesi.

 💚💜 Zümrüd-ü Ankâ 'nın hikayesi...💚💜

   Bir gün Süleyman'ın önünde benî İsrail uleması içinde ilim münâkaşası oldu. Söz şu safhaya geldi ki;
"Allah-ü Teâlâ Hazretleri bir şeyi ki takdir etmiştir, O'na kimse mâni olamaz. Tedbir takdiri bozamaz.” dediler. Zümrüd bunu işitince dedi ki:
"Bir kimse onu bozmak istese olmaz mı?
"Hâşâ olmaz. Ne kadar ki, kudret ve kuvvet Hakk'ndır," dediklerini gördüler. Ve Zümrüdü o inancından döndüremediler. 

O anda Cebrâil Aleyhisselâm Süleyman Hazretlerine gelerek.
"Hâk Teâiâ sana selâm ediyor, buyurur ki, Zümrüd eğer bizim takdirimizi inkâr ettiyse, Maşrık padişahının bir oğlu, Mağrib padişahının da bir kızı doğdu. Bu ikisi birbirine takdir ettik, eğer Zümrüd bu takdiri bozabilirse bozsun.” dedi.
Süleyman (A.S.) Zümrüd'e: "Ne dersin, şöyle takdir olunmuş bozabilir misin?" diye durumu bildirdi.
Zümrüd: "Aler-rei'sü vel’ayn" (Baş gözüstüne) dedi.


Süleyman (A.S.): "Sakin, sonra mahcûb olursun." dedi. Çâre olmadı, Süleyman (Â.S.) kuşları tânık tuttu. Bunlardan biri karga idi. Süleyman'dan âmân istedi. Onu ileri saldı, uzaklara uçtu. Zümrüd de o maksatla uçup gitti. Magrib’e vardı. Havadan gözetti ve gördü ki; Magrib padişahının kızı beşikte yaz günü hizmetçiler tarafından etraflarına almışlar; sâfa sürüyorlardı. Zümrüd süzüldü. Kız Azve’nin beşiğinin üzerine indi. Hizmetçiler târumar olup dağıldılar. Zümrüd beşiği kaptı, havaya çıktı. Kaf dağına götürerek ulu bir ağaç üzerindeki yuvasına koydu.
Bu zümrüd dişidir. Kadın memesi gibi memesi vardır. Başı insan, dili insan gibi söyler. Eli, gövdesi kuş, o da bir mahlûktur. înşaallâh hikâyenin sonunda beyân ederiz, O ne insandır, ne melektir ve ne de kuştur.


Zümrüd-ü Ankâ kızı emzirdi. Kız büyüdükçe Zümrüdü anası bilirdi. Gündüz Süleyman'ın yanında, gece kızla beraber olurdu. Süleyman'ın heybetini ve şevketini söylerdi/ Kız dâima ağlardı. Tâ ki büyüdü, bülûğa erdi.
Bu tarafta doğu padişahının oğlu büyüdü. Atası yerine padişah oldu; Fakat avlanmayı çok severdi.


Daima işi av avlamaktı. Bir gün nedimelerine: "Kara yer avının zevkini tattık, seyrini gördük, derya avcılığının seyrini de görelim." diyerek gemileri hâzır ettirdi. Ve gemilere girerek deryaya açıldılar. Deryalara giderek avlandılar, dönüp gelirken Hak Teâiâ bir yel verdi, büyük bir tûfan oldu, gemiler alabora oldu. Herkes kendi başının çaresine koyuldu. Her birini; bir iklime attı. Şehzâdenin yârenlerinin bazısı denizde helâk oldu. Sekiz gün deniz içinde dalgalarla başbaşa kaldılar, halkın aklı başlarından, gitti. Sekizinci gün yel dindi. Halk gözlerini açtı. Nereye geldiklerini bilemediler. 


Bir gün uzaktan kara parçası göründü. Karaya yaklaştılar. Heybetli dağlar gördüler. Ucu âsumana erişmiş yücelerine çıktılar. Karınları acıkmış avlanmaya gittiler, Av kovalarken, şehzâdenin önüne bir av geldi. Ardına düşüp dağ içine gitti. Uzaklara gitmişti. Yârenlerinden ayrı düştü. Yolu bulamadı. Bir yolu tutup gitti. Meğer o yer Kaf Dağı etekleri imiş.
Gittikçe dağlar koyuldu. Derin yerlere daldı. Gece ağaca çıkar yatardı. Giderek ulu bir dağa erdi. Ucu âsumana erişmiş, ulu bir ağaç gördü. Bir memleketi kaplamış üzerinde bir yuva var, ulu bir şehir gibi.


İçinde güzel bir mahbûbe gördü. Adeta yeni aya benziyordu. Ağaçtan aşağıya bakıyor. Kızı gördü Kızı görür görmez hüznünü unuttu. Kız da onu gördü ki, kendisine benziyor. Bir kendisine baktı, bir ona baktı..
"Bu bana benziyor." dedi. "Yâ benim anam böyle değil!" diyerek: "Sen kimsin» bana benziyorsun?" dedi Hâk Teâlâ kızın dilini oğlana bildirdi.
Ve: "Ey canım, bu yalnız yerlerde ne yapıyorsun?" dedi.
Kız: "Benim anam var, gündüz Süleyman’ın hizmetine gidiyor, gece benimle olur." dedi.
Şehzâde: "Senin anan peri midir, yoksa cadı mıdır, seni burada yalnız koymuş?" dedi.
Kız: "Seni gördüm, bana benziyorsun, gel yukarı!" dedi
Şehzâde: "Nasıl çıkayım anan gibi uçamam. Fakat akşam anan gelecek, ben şu ağaç dibinde yatayım, at ve fil gövdesinin içine gireyim, sen ağla. Yalnız duramam, sen gündüz gidiyorsun, beni yalnız korsun, bari şu gövdenin  birini yukarı getir diyesin. O da götürür. Gündüz seninle olayım, gece gövdeye gireyim yatayım" diye tedbir düşündüler. Şehzade gövdeye girdi. Zümrüt gelince kız ağladı.
Zümrüd: "Kızım ne oldun?" dedi.
Kız: "Sen gündüz gidersin, ben yalnız burada duramam" dedi.
Zümrüd: "Ya nasıl yapayım?" dedi.
Kız: "Şu aşağıda yatan gövde nasıl olur, göreyim nasıl yukarı getir, onunla eğleneyim." dedi.


Zümrüd de taktiri kendi eliyle yukarı çıkarıp, yuvanın bir kenarına koydu. Ve Zümrüd Süleyman'ın hikayelerini ve saltanâtını bir bir anlattı. Şehzâde işitti ve kızı oraya sakladığını bildi. "Sen Mağrib padişahının kızısın, bahis ucundan seni kaptım" diyerek evvelini sonunu bir bir anlattı. Kızın gönlü şâd oldu ve: "Maşrık padişahının oğlu budur." dedi.
Ertesi gün Zümrüd gidince çocuk gövdeden çıktı. Kız işittiği kıssayı anlattı.
Şehzâde: "O Süleyman dediği atamı öldürtmüştür. Elhamdülillah beni buraya salmağa hikmet bu imiş." dedi. Çocuk buraya nasıl geldiğini bir bir hikaye etti. Kızda durumu anladı.
Vaktâki akşam oldu. Oğlan tekrar gövdeye girdi. Kız da Zümrüd'e istediğini söyletti. Çocuğa işittirdi. Bu hal üzere kız şehzâdeden hâmile kaldı. Sonra zaman bitti.


Cebrâil Hazret-i Süleyman'a geldi. Durumu bildirdi "Hâk Teâlâ Hazretlerinin takdiri yerine geldi." dedi ve gitti.
Süleyman Aleyhisselâm Hazretleri de Zümrüdü götürüp sordu: "Nasıl ettin, Hak Teâlâ'mn takdirini bozabildin mi?" dedi. Zümrüd başvurup, kanatlarını yere döşeyerek: "Elimden geldiği kadar bozdum." dedi.
Süleyman Hazretleri: "Git şimdi, o kızı buraya getir." dedi.
Zümrüd sevindi: "Baş üstüne!" dedi.


Süleyman Hazretleri Zümrüd'ü ulu kuşlarla beraber koşturdu, uçarak kuşlarla gitti. Mahlûkatı cemederek yüce bir divan topladı. "Acaba bugün Tanrının peygamberi ve halkı, bu mahlûkatı niçin cemeyledi?" dediler.
Bir toplantı oldu ki, şimdiye kadar böyle bir toplantı olmuş değildi, bu yana kuşlar gelerek dediler.


Zümrüd'ün kanadının ününü işittiler. "Aceb bu vakit gelmekten murad ne ki!" diyerek çocuk acele gövdeye girdi. Zümrüd ve kuşlar geldiler. 
Kız şaşırdı. "Hiç bu âne bu vakit geldiğin yoktu." dedi.
Zümrüd: "Bugün Süleyman seni istedi, gel varalım, onun divanını temâşa eyle. Orada sana benzerler çoktur." dedi.
Kız: "Beni nasıl alıp gidersin?" dedi.
Zümrüd: "Üzerime alıp giderim." dedi.
Kız: "Ben bunca denizleri geçemem, gözüm kararır düşerim." dedi.
Zümrüd: "Yâ nasıl edeyim, bugün mutlaka varmak gerek." dedi.
Kız: "Ben şu gövdeye yatayım, gözüm deryayı görmesin." dedi. Zümrüd mâkul görerek kız gövdeye girdi. Çocukla bir yatakta yattılar. Orada kız, bir oğlan doğurdu.


Kuşlar hava kalktılar. Zümrüd de gövdeyi Süleyman Hazretlerinin huzuruna getirdi. Divan kurulmuş, cümle mahlûklar toplanmış. Zümrüd de gövdeyi Süleyman Hazretlerinin önüne koydu. 


Süleyman (A.S.): "Aç görelim!" dedi. Açtı, kız, oğlan ve çocuk üçü beraber çıktılar.
Süleyman (A.S.): "Ey Subhânellah! Allah'ın takdirini böyle mi bozdun?" dedi.
Zümrüd bu söz karşısında mahcûb oldu, korktu.
Süleyman buna aman verdi. Ve o korkusundan kör oldu. Virânelere girerek gizlendi. Zümrüd de şaşdı.


Ne yapacağını bilemedi. Uçtu Kaf dağında mekân tuttu. Bir kal'ada gîzlendı. O da gündüz dışarı çıksa kargalar başına üşerler, serzeniş ederlerdi, Zümrüd'ün artık Süleyman hazretlerinin hizmetine girmeye yüzü kalmadı. Hak Teâlâ hazretlerinin taktirini bozayım diye inkar edenin hali böyle olur.
İbni Arabi - inci dizileri s,230 
----

Bu olaydan sonra zaten Zümrüd-ü Ânka 'yı ne kimse görmüş, nede yaşadığına dair bir ipucu duyan olmuş, sadece Zümrüd-ü Ânka 'nın bu olayın utancı ile öyle kızarmış ki adeta için için yanan bir kor misali, kendini bir daha çıkmamak üzere küllerin altına gömdüğünü duymuşlar.
Zümrüd-ü Ânka nın küllerin altına girmesi altında yatan acı olay buymuş.

Rivayet o ki  Zümrüd-ü Ânka bu aleme başka alemlerden erkek eşi ile beraber gelmek için yola çıkmış, eşi ya yolda ölmüş, ya da geri dönmüş derler, fakat Zümrüd-ü Ânka geri dönmeye takat getiremediği içinde, bu yüzden kâf dağı ardına ikamet eyledi derler.
Ne melek, ne insan bir dişi mahlukmuş Zümrüd-ü Ânka ... 
-------------*


Dön Zümrüd-ü Ânka 'm dön!...
Yeter gayri küllere bulandığın... Yok yere kendini yargıladığın... dön!... dön!...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Ruhun tekamülü bedenleşme,
Bedenin tekamülü de doğalaşmadır!


Copyright 2008 - 2024 🇹🇷 @Felasife | Site haritası

Mal sahibi, Mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi!

Creative Commons Atıf 4.0 Uluslararası Lisansı