Denenmemişliğin ardına bakmaca, düşünülmeyenin peşinden koşmaca !...
Arayış yollarında ruhunu kaybedip, sisler ülkesinde kaybolanı aramaca !...

Ruh ve Nefs

Araplara Ruh konusunda fazla bilgi verilmemiştir, zira bu konuda kitaplarında fazla bir detay yoktur. Hatta peygamberlerine bile fazla bilgi verilmemiştir o yüzden Araplar Ruh konusunda pek bilgili değillerdir.
Bu konuda Türklerde Araplardan pek farklı konumda değillerdir, sonuçta bizim de Ruh bilgimiz İslamiyet ne kadar verdiyse o kadardır ama bu millet İslamiyet öncesi her şeyin ayrı (müstakil) bir Ruhu olduğuna inanıyormuşken, onlara olan saygısı yüzünden tarımla bile uğraşmıyormuşken, bunu unutmuş olmaları oldukça tuhaftır.
Tabii bu bilgiler artık unutulup gitmiştir, millet olarak üstüne bir bardak su içmek iyi gelebilir.

Toparlayacak olursak Müslümanlar Ruh konusunda fazla bilgili değilken Nefs konusunda biraz daha fazla bilgilerdir diyebiliriz, tabii bu bilgi, kitabi bir bilgi olup bunu yaşamlarına çok uyguladıkları zaten söylenemez.
Aslında kitaplarında her iki bilgide eşit sayılır ama Ruh'un ne olduğu muğlak bir konu olduğu için, o yüzden Ruh her zaman geçiştirilmiştir.

Ruh = yaşam enerjisidir.
Bu yaşam enerjisininide kendi içinde iki yönü-ki bunada artık + veya -, dişil veya erkil, pozitif veya negatif artık ne derseniz deyin-vardır.
Bunun erkiline Ruh, dişilinede Nefs veya Ego da diyebiliriz.
Biri Ben (Nefs), diğeride (Ruh) Sen yapısıdır.
Yani ruh'ta benlik (bencillik) yoktur, senlik vardır.
Nefste senlik (sencillik) yoktur, benlik vardır..

Özetle Ruh dediğimiz o genel yapının erkiline (+) gene ruh diyoruz, dişiline de (-) Nefs (ego) diyoruz.
Tekrar özetlersek, Ruhun iki yönü vardır, artık bunlardan hangisi bir insana egemen olursa o Ruhun taht-ı tasarrufu altınadır dersek yanlış olmaz.

Tabii bu dünyada insanlar arasında hakim olan Nefsi bir yaşamdır o yüzden Ruhi bir yaşam çeşiti duyulmaz görülmez.
Hiç görülmemesi onun hiç bir zaman görülemeyeceği anlamınada gelmez.

Bu Ruh/Nefs dediğimiz şey aslında ilk başlarda bilinçsizdir, girdiği bedene bilinçsiz olarak girer ve onu büyütür.
Bu büyüme esnasında "ben" enerjisi ona yavaş yavaş bir bilinç katar.

Bilinç dediğimiz şeyde "Düşüncenin" bir şubesidir, düşünce ile insan bu yaşam enerjisini kontrol etmeye çalışır/çalışmalıdır, yani bu noktada "Düşünce" Ruh/Nefs ten daha üst bir seviyededir dersek hata olmaz.
Beyin, kalp, gönül, görme, duyma vs. hislerin tamamı "Düşünce" denilen bu havuza bilgi pompalarlar.
Dolayısıyla "Düşünce" dediğimiz şeyi bir denizede benzetebiliriz, o pek çok kaynaktan beslenenir.
İnsanoğluda elbet bir şeyler yaratır, icat eder, makineler aletler üretir vs. ama bu icatlarına ruh katamaz, (tabii katmasıda gerekli midir buda ayıca tartışılabilir) ruh katamadığı içindir ki o şeyler, kendi kendine büyüme/gelişmeden yoksundur.

Ruhu biraz daha irdeleyelim, yaşam enerjisi dedik lakin bu saf enerji hakikaten saftır bir bebek gibidir, o yüzden girdiği şeylede bütünleşir ve kendini adeta imha eder, aralarında bir bağ görülmez bile..
Ruh böyle bir şey olup, kendini körü körüne adeta imha etse bile, sıfırlasa bile, bir süre sonra girdiği şeyden ayrılmak zorunda kalacaktır ki Ruh yaşam verdiği şeye akabinde ölümde verir.

Yani, yaşam enerjisi gittiği yere ölümüde beraberinde getirir, dolayısıyla yaşam = ölümdür.
Yaşam enerjisi girdiği bedeni yavaş yavaş büyütür....bu enerjinin anlamı budur aslında büyütmek veya geliştirmek....iyice büyüyen beden bir noktadan sonra bu büyümeye direnir, daha doğrusu iflas etmeye başlar.
Yani zirveye çıkan beden artık geriye doğru saymaya başlar.
Hasılı yaşam enerjisi ile tam performans çalışan beden, bir noktadan sonra teklemeye başlar ki hastalık, yaşlılık ve nihayetinde ölüm gelir.
Başka bir değişle, madde, yaşam enerjisinin temposuna ayak uyduramaz, metalin plastiği yemesi gibi, enerjide maddeyi yer tüketir.

Bu yüzden "Suyun olduğu yerde Hayat, hayatın olduğu yerde de ölüm vardır. İşte evrende ki en ölümcül gezegende yaşamaya çalışıyoruz" derim naçizane.

Şimdi gelelim bizlerde ki ruh olayına.

Hepimiz bir bebek olarak doğduk, öncesinde embriyo, cenin derken ağlayarak bu dünyaya geldik ve zamanla bunuda unuttuk gittik vs.
Bu doğumun tasavvufta bir karşılığı vardır, ona "Zahiri doğum" derler, yani bu Nefs'in doğumudur.
O yüzden hepimiz ben merkezli bir yaşamı ister/istemez yaşarız.

Şimdi insanlar bu "Zahiri doğum" denilen hadiseyi hatırlamazlar, hatırlamadıkları içinde bilmezler.
Ve o bebek artık yoktur, o bebek evrim geçirip bam-başka birşey olur.
El-netice insanlar ne zaman, nasıl, niçin vs. doğduklarını bilmezler.
(Bilinen o anlar bile, bir başkasının şahitliğidir ki kişinin kendi bilişi değildir, başkalarının şahitliğine güvenmek/inanmak zorundadır)

Aynı şekil ne zaman öleceklerini, neden, nasıl, vs. öleceklerinide bilmezler.
Dolayısyla başı bilinmeyen bir şeyin, sonuda bir bilinmezse-ki öyledir-ortasınında bir bilinmez olarak kalacaktır.

.."Hasılı bu yaşam çokları için bir bilinmezdir ve bilinmezlikler üzerine kurulmuştur ve öylede kalacaktır."..

---

Buraya kadar sabırla okuduysanız, bütün bunca anlattıklarım "Ruh ve Nefs" denilen olaya biraz olsun ışık tutabilmekti, amacım odur.
Elbette konunun eksikleri veya anlatım hataları olmuş olabilir, dahası bu konunun çok daha ileri boyutları olabilir veya bilinmez yazılamaz taraflarıda olabilir.
Neticede bu konu tüm muğlaklığı ile "akıl-ötesi" bir konumda olup, bir bağlayıcılığıda bulunmamaktadır.
lakin genede bilinebilir yaşamdan örneklerle anlatmaya çalıştım ki tüm olay aslında bir arkadaşın imzasında ki gibidir.
.."Hiçbir inanç, hiçbir tanrı hayatın kendisi kadar önemli değildir. (Anatolya Günlükleri: Yazgı Tacı kitabından.)"..

Çünkü bu hayat o yaşam enerjini adeta sisler ardına gizler, oysa o enerji aşıkardır, ap-açıktır, doğa uyanır, kuşlar şakışır, rüzgar eser, insanlar gülüşür vs. ama insanların "katı inaçlarla örülü düşünceleri", bu enerjiyi bir sis perdesi ardına iter.
Dolayısıyla o enerji varken yok olur.


Tabii önemli olan bu hayata; tek bir enerjiyle bakmamak, kalıpların dışına çıkmak, kitaplara dalmamak, başkalarının fikirleri, doğruları, inançları, tanrıları hatta tanrısızlıkları ile yoğrulmamaktır.
Devreye başkaları, fikirler, düşünceler girdiği zaman perde çekilir, sis devam eder.

İbni Arabi, tedbiratında ;
"İmdi, Ruh ile Nefs nikah eyledikçe, ikisinden bir cisim tevellüd eder" der.
Nefs ile başladıkları hayat yolculukları, Ruh ile çakışanlar; (ne yazıkki pek çoklarının hayatı Nefs ile başlayıp Nefs ile biter) ne Ruh nede Nefs taraftarı olsun, her ikisinide birleştirip, birleştirmeye çalışın ki, nikah denilen hadise sadece zahirde kadın erkek arasında değil batında da gerçekleşsin, "Manevi doğum" olsun, bu birleşmenin bir armağanı olarak, adeta bir bebek doğar ki işte o da gene siz'sinizdir.
Bu bebek başkalarından olan siz değil, bilakis sizden olan sen 'dir, Anne (-, sen), Baba (+, sen), Çocuk (nötr, sen) hepside siz/sen 'dir.

Kısacası bulup bulacağınız, dönüp dolaşacağınız kendinizdir, meğer aradığınız kendiniz imiş!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Ruhun tekamülü bedenleşme,
Bedenin tekamülü de doğalaşmadır!


Copyright 2008 - 2024 🇹🇷 @Felasife | Site haritası

Mal sahibi, Mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi!

Creative Commons Atıf 4.0 Uluslararası Lisansı