Denenmemişliğin ardına bakmaca, düşünülmeyenin peşinden koşmaca !...
Arayış yollarında ruhunu kaybedip, sisler ülkesinde kaybolanı aramaca !...

Ataerkil - Anaerkil


İnsanlar gördüğünü göremezler, düşündüklerini görürler.
Bir şeye önceden ne derlerse, sonradan da onu görürler.
Burada göz her ne kadar yorumsuz olarak kayıt yapsada.
Yorumu düşünce yapar, düşüncenin bu yorumunu görürler.

Şu halde görünen ne olursa olsun, bu önemli değil midir?
Önemli olan düşüncenin gördüğüyse, gayrısı değil midir?
Göz her şeyi yorumsuz ve yalın bir halde mi gösterir ki?
Göz manasızca bakar, manalı bakması önemli değil midir?
Dediğimiz gibi, göz kayıt yapan canlı bir kamera misalidir.
O aldığı görüntüleri anın da aktaran, acar bir muhabirdir.
O görüntüler, düşüncenin dev ekranında görüntülenirken.
Nefs denilen spiker, bunu kendine göre değerlendiricidir.

Bundan dolayı göz ne görürse görsün, değerlendirme yapamaz.
O olanı olduğu gibi görür, olandan ötesine kesinlikle karışamaz.
Olandan ötesine karışan düşünce, düşünceye karışanda nefstir.
Nefsin karışmadığı düşünce, onunda karışmadığı görüntü olamaz.

Nefs her görüntüye karışır, olanı olandan farklı gösterir.
Görüneni hiçe sayıp, görülene bin bir manalı yorum verir.
Bu yorumlar da tüm bedeninde canlı olarak yayınlanırken.
Etkilenmeyen tek hücre de kalmaz, onlar alıcılar gibidir.

Beyin denilen vericinin, kimin emrinde hiç düşündün mü?
Sadece düşünmekte yetmez, emri vereni de gördün mü?
Patronu görmen içinde, bildiklerinden kurtulman lazımdır.
O düşüncende gizleniyor, dışarıda ararsan yanılacaksındır.

Yanılma dostum, düşüncenin karteli nefsinin elindedir.
O karteli sen doğarken ele geçirmiş, sana egemendir.
Çocukken çizgi filmleri, oyunları, oyuncakları sevdirdi.
Ta başlangıcına yerleşip, kendini sende perde eyledi.

Dahada büyüdükçe paraya, pula, eşlere, çocuklara.
Dünyevi şeyler sevgisine, çok konuşmak arzusuna.
Dinleri bilmek bilgisine, siyaset yapmak çoşkusuna.
Kısacası seni öne çıkarıp, gizemlerine gizem ekledi.

Nefs böyle yayın yaptı da, sen bunu daima aldın.
Almamanın imkanı yok, her daim canlı yayındaydın.
Hayatındaki en güzel olaylarsa, yani mutluluklarsa.
Reklamlar misali gibiydi, umarım dediğimizi anladın.

Reklam biter film devam eder, koltuğuna yapışırsın.
Büyülü camın büyüsüyle, yalancı gerçeklikler yaşarsın.
Reklamlar da ihtiyacını giderir, gerçekliğine ulaşırsın.
Başka rolde figüran, anca filmin de kahramanlaşırsın.

Hayat böyledir, başkası izinden gidince başkası olursun.
Sen sen değilsen, kazansan da kaybeden taraf olursun.
Ölümsüz bir ruh iken, bir ölümlüye basit bir kul olursun.
Doğmanın bedeli ölüm, yaşarken ruhundan uzak olursun.
Nefs benlik üzerine kuruludur, gayesi "BEN"in ihyâsıdır.
Ruhta senlik üzerine kuruludur, gayesi "SEN"in ihyâsıdır.
O bakımda iki türlü ihyâ vardır, bir ben diğeri de sendir.
Şimdi bunlardan hangisine aboneysen, o dur yayın akışın.

Ruhi ihyâ budur ki; kişi alemi sevgisiyle ihata eder.
Alem onu ihyâ ettikçe, sanki o iadei teşekkür eder.
Alem de ona bütün güzellikleri, sınırsızca sunarken.
O da aldığı bu güzellikleri, gerisin geriye iade eder.
Bu ne güzelliktir heyhat! Veren güzel alan ayrı güzel.
Veren karşılıksızca veriyor, alansa aynen iade ediyor.
Bu güzellik aslında, hiç kimsenin tekeline de geçmedi
Bu güzellik insanlığın yitiğidir, ona ulaşanlar çok değil.

Bahsedilen güzelliğe ulaşılınca, ulaşan da bütünlük oluşur.
Bütünden gözler ayrılamaz, ben demekte edepsizlik olur.
Ben diyen biri, bütünde ki o güzelliğe nasıl ulaşabilir ki?
Beni yok eden biride o güzellikten nasıl ayrı kalabilir ki?
O bütünden ayrı olanlar, egoist olanlardır ki; onlar Nefsperesttir.
Bundan gayrısıda, o bütünün bir parçasıdır ki; onlar Ruhperesttir.
İşte nefsperestlerle ruhperestler arasında ki temel fark budur.

Ruh:
alemi görür kendini görmez.
Nefs: kendini görür alemi görmez.
Aynaya baktığında nefsini görüyorsun, ruhunu değil.
Ruhun bedeni yok, hiç bir ayna onu göstermiş değil.
Aynalara aldanma, aynalar bile doğru söylemiş değil.
Belkide herkes yanıldı, her yansıyan gerçekler değil.

Belkide kısmı nezâketendir, ruh değilde ruhlar vardır.
Doğup büyüyenle yaşayıp ölende, hayatın sırları vardır.
O sır ki vahdet (teklik) değildir, kesret (çokluk) tir.
Ruhlar ölümsüzdür, Vahdet-i vücutta da hatalar vardır.
Vahdet-i vücut, Kesret-i vücuttur, bakmasını bilene.
Her şeyi tek görmek mantığın hatasıdır, ruh bilene.
Ölümsüz olanı yok sayıp, yok olanı da var bellemeyin.
Ruhlar çoktur ve ölümsüzdür, sözdeki manayı bilene.

Gerek ruh gerek nefs, her ikisi yaşam gücü enerjisidir.
Bu ikisi birleşince, yaşam enerjisi adeta nötrleşecektir.
Bu da kadınla erkeğinin birleşmesinde ki çocuk misalidir.
Yani çocuk, anayla babanın tüm özelliklerinin nötr halidir.
Doğan çocuk, artık ne sadece ananın ne de babanındır.
Her ikisinin birleşmesinden doğon, bunun armağanıdır.
Bu armağan, özünde kadın ve erkek enerjilerini taşır.
Ama hangisi ağır basarsa, doğumda onunla anlamlaşır.

Doğan erkek çocuk, erkek gücünün simgesidir. (+)
Doğan kız çocuğu da kadın gücünün simgesidir. (-)
Bir birleşmede hangi güç egemense o doğacaktır.
Bu çocuk acaba, ruhun mu yoksa nefsin mi simgesi?
Bunun cevabını okuyana bırakalım, zira gerçekler acıdır.
Her cevabı herkes hazmedemez ama ipucu şu olacaktır.
Kadın doğuran, erkeğe nispetle yüreği daha yumuşaktır.
Erkek ise daha kuralcı, bu kuralın da sert davranandır.

Şartlar kadınla erkeği karıştırmışsa, cins ne fark eder.
Ruhu insan olmayan cinsiyetiyle öne çıksa, ne fark eder.
Ne erkekler yere vuruldu, ne de kadınlar göğe çıkarıldı.
Gerçeği anlatmak içindir ki semboller sadece kullanıldı.
Şimdi nefs spikeri bu sembolleri de şöyle bir okuyacak.
Buna önceden ne dediyse, sonrada öyle yorumlayacak.
Bu yorumları da tüm hücrelerine usulünce yollayacak.
Bir flaş haber olarak, bedeninde de naklen yayınlayacak.

Erkeğin egemen olduğu anlayış vardır ki; ona Ataerkil derler.
Kadının egemen olduğu anlayış vardır ki; ona Anaerkil derler.
Çocuğun egemen olduğu anlayış ki; ona da Çocuk erkil derler.
Birde hakkın egemen olduğu anlayış vardır ki; o da Adalettir.
Şimdi tüm bu anlayışlara hak egemen değilse, acaba ne olur.
Hepsi kendi içinde bir diğerini reddeder de, ötekisi inkar olur.
Oysa hak egemen anlayışta ana, ata, çocuk hepsi önemlidir.
Her biri diğerinden ayrılmaz, vücut gibi azalarıyla tamam olur.

Hak herkesin hakkıdır, hiç kimseyi diğerinden ayırmadan.
Hak güneştir anaya, ataya, çocuğa yaratılış lütuflarından.
Bunların hangisi diğerinden daha fazla üstün görülebilir ki?
Bir yanlışlık varsa o da ayırmaktır, vücudu diğer azalarından.
Yaşadığımız hayat anayla, atayla, çocukla bir vücut değil midir?
Ata kuvvet, ana duygu, çocuk neşenin tam kaynağı değil midir?
Duygusuz kuvvet, kuvvetsiz duygu, her ikisi neşesiz neye yarar?
Her biri diğerini tamamlar, ayırmak insanlığın hatası değil midir?

Elbette hatasıdır, cinsiyet, yaş vede etiketler öne çıktıysa.
Kadın erkeği, erkekte kadını cinsiyetinden ötürü dışladıysa.
Çok bilen az bilene, sen bilmezsin oku muamelesi yaptıysa.
Cehaletler ayyuka çıkar, hele şimdi ki gibi sevgisiz olunursa.
İşte dönüp dolaşıldı sonuç gene sevgisizliğe bağlanıldı.
Sevgi hayatın dinamiğiyken, statik olanıyla karşılaşıldı.
Yanlıştan delil olmaz misaliyle, ruhi sevgi delil sayıldı.
Bu şiirin hatası varsa o da o dur, bu da bilerek yapıldı.

Sanma dostum bu yazanlar, birden bire aniden geldi.
Bu denenleri yaşamak, akabinde düşünmekten geldi.
Ama genede bu yazılanları yüzeysel olarak görürsen.
Derine sende inersin, kötülemek devriyse sona geldi.
Devir sona geldi, Ataerkilin kara güneşi, ha battı ha batacak.
Görev anaerkile devrolacaktır, tanyeri ha ağardı ha ağaracak.
Ruhlar dâhi terbiye olup, terbiye olmayan nefste kalmayacak.
Ataerkilin batan güneşi, anaerkil olarak ha doğdu ha doğacak.

 17 Mayıs 2000

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Ruhun tekamülü bedenleşme,
Bedenin tekamülü de doğalaşmadır!


Copyright 2008 - 2024 🇹🇷 @Felasife | Site haritası

Mal sahibi, Mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi!

Creative Commons Atıf 4.0 Uluslararası Lisansı