Denenmemişliğin ardına bakmaca, düşünülmeyenin peşinden koşmaca !...
Arayış yollarında ruhunu kaybedip, sisler ülkesinde kaybolanı aramaca !...

Karar verme!

Ara ara bahsettiğim fötrlü hocamızla, yıllar öncesi bir gün H.Bayram'a gittik, dışarı da çay ocaklarının masalarından birine oturmuştuk.
Masada da bir magazin gazetesi veya eki vardı, hoca aldı eline bakmaya başladı.
Sonra arkasından yaklaşan tanıdık biri, omzunun üstünden biraz baktı etti hocaya.
"Hoca! ayıp değil mi?" dedi.
Hocada hiç istifini bozmadan, başını azcık ondan yana çevirip;
"Anlamazsın sen!" dedi espriyle karışık.
"Ne anlamayacağım hoca! Bal gibi çıplak karı resimlerine bakıyorsun!"
dedi bilmiş bilmiş.
"La oğlum anlamazsın dedik ama anlamak istiyorsan otur, öküzlük etme çayları da söyle!" dedi gülerek.

Adam oturdu, çaylar geldi filan.

Sıra geldi hocaya; "Hoca olan benim, cahil olan sensin, şimdi eyi dinle!" dedi

"Bak bu göz! (gözünü göstererek) öküzde de var, sende de var, herkeste de var. Bu yönünle öküzden bir farkın yoktur!

Lakin İnsan da 3 çeşit göz daha vardır.

İbret gözü,
Şehvet gözü,
Nefret gözü,
Sen şimdi benim hangi gözle baktığımı nereden bileceksin?
Anlamazsın dediysek bir bildiğimiz var ki ondan dedik
" dedi.
Devamında...

"Sen şimdi bu resimlere bakarsın, sana günah olur, günah yazılır!
Ben bakarım bir şey olmaz, aksine birde bana sevap yazılır
!" diye ekledi gülerek.

Akabinde "Hocanın dediğini dinle, gittiği yoldan gitme!" diyerek finali etmişti.
----- O -----

Tabi söylenenler adamın çok işine gelmedi, sonra çekip gitmişti, anlamış gibi davransa da çok bir şey anladığını da sanmıyorum...
Bir şeyi anlamak için uzuun yıllar gerekir çünkü, eski alışkanlıklar kolay kolay çıkmaz.

Hoca böyle şeyleri çok yapardı, lafını hiç çekinmezdi. Helede akıl vermeye kalkışanlara "hocaya kitap okunmaz" deyip kestirip atardı. Varsa bir bildiğin kendinden, yaşantından söyle, başkasının lafını gelip burada satma, sen ne diyorsun, fikrin ne? onu söyle bilelim diye, karşı atağa çoktan geçmiş olurdu.
Böyle nakliyecilik, taklitçilik meselelerini hiç sevmediği gibi, böyle ahkam kesenleri de hiç sezmezdi, "Kıraç müftüsü" derdi onlara.
"Hoca olan benim, lakin vaazı veren sensin!" demeyide hiç ihmal etmezdi.

Tabi insanların çoğu bilgisi KİTABİ bilgi olduğu için, kitaplardan ötesine geçemezler, kendinden, yaşantısından bilgi çıkartması, mümkün olan bir şey değildir böyleleri için.

Sonra hoca, çıplak kadın resimleriyle ilgi olarak, "Kadının güzelliğine sözüm yok, çok güzel de ama bunda ki amacı ne, ne diye böyle yarı çıplak gazetelere çıkıyor, onu anlamaya çalışıyorum.
Bir insan ne diye kendini böyle teşhir etmek yolunu seçer ki
" vs. demişti.

Tabi nihayetinde hoca idi, belki kürsüde yıllarca tersi yönde vaazlar da vermişti, ama genede NEDEN böyle yapıyoru anlamaya çalışması güzeldi.
Zaten İnsanların tüm problemleri de buradan kaynaklanmıyor mu? karşıyı ANLAMAMAK!

Hasılı hoca hakikaten karşısında ki anlamaya çalışıyormuş, bakma sebebi buymuş ki sonradan hocayı çok iyi anlamıştım. Karşıyı yargılamadan önce anlamaya çalışmak önemli meseleymiş. Bir şeyi daha kafadan inkar etmek, onu yok saymak, onu anladığını sanmak, onu tanımak anlamına asla gelmiyor.
Karar vermek, sabit fikir oluşturmak, İNSAN gelişiminin önünde ki en büyük engel olduğunu, ta o zamanlar da anlamaya başlamıştım.
İnsan gelişiminin önünde ki en büyük engel "karar vermektir!"
Karar verilince artık, o şeyin öğrenilecek bir şeyi kalmamıştır!
Oysa öğrenme hiç bitmez ki? durmaz o, devam eder!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Ruhun tekamülü bedenleşme,
Bedenin tekamülü de doğalaşmadır!


Copyright 2008 - 2024 🇹🇷 @Felasife | Site haritası

Mal sahibi, Mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi!

Creative Commons Atıf 4.0 Uluslararası Lisansı