Hep mavi kalsın gökler, ruhlara namzet kanatsız olsunlar.
Toprak kadar yakın değil, hayaller gibi ulaşılmaz olsunlar.
Varsınlar eşyayı kim, hangi renklerle boyarsa boyasınlar.
Yere meftunlar yerlerin, göğe muştular göklerin olsunlar.
Mecnun olup çöllere düştüysen, renkli seraplardan sana ne?
Kumlarda dans eden anca gölgelerdir, söyle renkler nerede?
Gözler renkleri seçmez ki, olay ışık oyunlarının illüzyonudur.
Yaşayan ölülere her yer gridir, buna akıl erse ne, ermese ne?
Işıktan yansımaydı her şey, göze nakşedenlerse aldanıştı.
Renklere ezelde roller verilmiş, aldanışlar öyle başlamıştı.
Hayata çok renkli dediler, aslı ışık oyunlarının cilveleriydi.
Karanlıkta nerede renkler? Işıksızlık mı renkleri sarmıştı?
Işık yok diye karanlık vardı, karanlık var diye ışık yok değil.
Işık karanlığı her zaman yok ederdi, karanlık tek güç değil.
Karanlıklar hiç bir zaman, kendi başına ışığa hükmetmedi.
Işık ne kadar lütfettiyse o kadardı, ondan daha fazla değil.
Işığın olması renklere, olmamasıda karanlığa varlığını verdi.
Onlara kimileri donlar biçti, kimileri de zamanla unutuverdi.
Bu öyle bir unutuştu ki neyi, ne zaman unuttu onu bilemedi.
Kuşaklar boyu hep korktular, her korkusunda tavizler verdi.
Her zerrede gizlenensin, karanlığa bile farkındalık verende.
Ey içsel karanlığım al payını, gören gözlerimin feri sönende.
Daha ne kadar inat edersin, sözde öğretilerle ısrar edende.
Boşalt kafayı dünyaya bak! Gerisi Sufilere şiir gibi gelende.
Hayvanât gibide görü lazım, hayat acaba ne kadar renksiz.
İnsanî gözlerde aldanışlar olur, fark edilmezse belli belirsiz.
Her canlı aynı görmez, farklı görürler, nedeni yok nedensiz
İnsanda düşündüğünü görür, hükmü kendi dışına geçersiz.
Sadece insanın gördüğü bir hayat mı? Yok böyle bir hayat.
Hayvan mı olduk? İnsan mı değiliz? Hani daha ötesi hayat.
Yoksa anca kendi kendimizi kandırırız, olan tam da budur.
Hikayelerimiz devam ediyor, insanız oh ne güzeldir hayat!
Kemalât zor zanaat, Sufiler bunu hep böyle yazıp-duru.
Hayvanât âli makam, Cemadât Nebadât bir edip-duru.
İnsanât olmak zor değil, insan doğ, insan yaşa, insan öl.
Kamil insan nadirdir, düşündüğünü gören bakar-duru.
----- 0 -----
Cemadât : | Cansızlar |
Nebadât : | Bitkiler |
Hayvanât : | Hayvanlar |
İnsanât : | İnsanlar |
Bu mesele tasavvufta oldum olası hep vardır, laf olsun diye değildir, bilâkis öğreti olarak vardır, bunlar haller ve makamlar çerçevesinde ele alınırlar.
Dolayısıyla bir insanın hayvandan gelmesi, bitkiden gelmesi tasavvufa hiç yabancı bir kavram da değildir. Nihayetinde hayat dediğimiz şey zaten bunlarla bir bütündür ve tasavvufta BÜTÜNÜN bir parçasıdır.
Vahdet-i Vücut denilen şey de zaten BÜTÜNÜN hikayesidir, parçaların değil.
"Ben de cansız varlıktan öldüm, biten boy atıp gelişen nebat oldum; nebatken öldüm, hayvan şekliyle baş gösterdim.
Hayvanlıktan öldüm, insan oldum; artık ölüp azalmaktan, noksana düşmekten ne diye korkacakmışım?" (Mesnevi Cilt 3, sf 273)
"İnsan, önce cansızlar ülkesine gelmiştir, cansızlardan nebatlara düşmüştür. Yıllarca o nebatlarda ömür sürmüştür de cansızlardaki savaşını hatırına bile getirmemiştir. Nebattan canlılara düşünce de nebat olduğu zamanki hali hatırına gelmez.... Tekrar onu bilen Yaratıcı, onu tutar, hayvanlıktan insanlığa çekmeye başlar." (Mesnevi cilt 4, sf. 636)
Şimdi denilebilir ki, bunlar Sufilerin sözleridir, bağlayıcılığı yoktur. 1000 yıl öncesinin mistik sözleridir.
Darwin'nin ortaya attığı teoriden asırlarca önce, bakın bazı İslam alimleri de neler demişler.
El-Cahiz (El-Jahiz)
781-869 yılları arasında yaşamış, Basra doğumlu, Müslüman Arap bilim insanıdır.
El-Farabi
870-950 yılları arasında yaşamış ünlü bilgin.
İbn-i Miskeveyh (İbn Miskawayh)
932-1030 yılları arasında İran’da yaşamış İslam filozofudur.
İhvan El-Safa (Ikhwan El-Safa)
52 kitaptan oluşan, Rasa'il Ikhwan al-Safa adlı ansiklopedik eser vermiş bir topluluktur (10. yy)
İbn El-Heysem (İbn Al-Haytham)
965-1039 yılları arasında yaşamış, Basra doğumlu, Müslüman Arap fizikçi, matematikçi, filozof. El-Heysem, çok önemli bir fizikçi ve optik biliminin kurucusu olarak kabul edilir.
Al-Biruni (Alberuni)
973-1048 yılları arasında bugünkü Özbekistan-Afganistan bölgesinde yaşamış, zamanının en önemli ve en bilinen İslam alimlerindendir.
El –Hazini (Al Khazini)
12. yy başlarında yaşamış, Horasan bölgesindeki bir il- Müslüman matematikçi, fizikçi, astronom ve bilim insanıdır.
İbni-i Haldun (İbn Khaldun)
1332-1406 yılları arasında yaşamış, Tunuslu Müslüman tarihçi-filozoftur.
Kınalızade Ali Efendi
1511-1571 tarihleri arasında yaşamış, Isparta doğumlu, Osmanlı devlet adamı ve alimdir.
Erzurumlu İbrahim Hakkı
1703-1780 yılları arasında yaşamış Erzurum doğumlu, mutasavvıf, sosyolog, fizikçi, astronom, Türk İslam alimidir.
Tarihlere dikkat ederseniz bunlar İslam'ın altın çağı denen çağlar genelde, bugünün biliminin temelinde de o devirler var. O zamanlar bazı İslam alimleri Darwin'den çok önce, evrim denen şeyi kendilerince aşama aşama anlatmışlar bile.
Batının bulduk dediği şeyi, Doğu çoktan bulmuşmuydu yoksa !...
Fakat şimdi İslam coğrafyası böyle bir şeyi kabul etmiyor.
Sebep?
İslam'ın altın çağlarının artık çok gerilerde kalması olabilir mi?
Galiba öyle!
Çok ilginç gerçekten.
Bir zamanlar kabul ettiği bir şeyi, şimdilerde kabul edenin olmaması... çok ilginç!!
Ya şimdiki insanlar çok biliyorlar, ya da o zaman ki insanlar çok cahildiler!
Neyse, Erzurumlu İbrahim Hakkı'yı bu noktada ayırmakta gerek, neticede Anadolu'da ki Sufizm'inin köşe başlarından biridir kendisi, onun değişiyle;
Deme niçin şu şöyle
Yerindedir ol öyle
Bak sonunu seyreyle
Mevla görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Bu mesele böyle olması gerekiyormuş ki böyle olmuş... Müthiş bir şey!
Anca seyreyleyebilene seyreylemek düşer.
Madem usta böyle şiirlemiş bu meseleyi, her şeyi olduğu gibi bırakmak en iyisi.
Nihayetinde olacak olan oluyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder