Denenmemişliğin ardına bakmaca, düşünülmeyenin peşinden koşmaca !...
Arayış yollarında ruhunu kaybedip, sisler ülkesinde kaybolanı aramaca !...

İstilâ! - İnsanın yükselişi

Öncelikle bu konum burada ki konularla da alakalıdır, onların bir özeti şeklindedir.
* Ara tür müyüz?
Evrim'in öteki yüzü - Ters mantık!
* Evrimi evirmek!
* BÜYÜK UNUTUŞ - Bir Ruhsal Kurgu Pratiği

Hepsinde de bir şekilde "istilâ" denen olayı irdeledim. Yani insan denen biz canlıların doğayı istilâsı.
Geçenlerde "Creation -Yaratım-" filmini izledim, filmde Darwin piknikte bir pederle konuşuyor.
DarwinHer neyse, Thomas Malthus'un hesaplarına göre eğer, her alabalık, yüz tane yumurta bıraksa, ya da bunun gibi bir şey işte, nesiller boyunca, sadece şu son on yıl içerisinde diz boyu alabalık olurdu.
Buna nasıl cevap vereceksin?

Peder: Yumurtaların yok olduğu ya da yendiğini bu nedenle de sayıların sabit kaldığını söyleyerek.
Tanrı'nın planının bir güzelliği bu.
Darwin: Sana da biraz, yaratılan sayısız canlının, hemen yok edilmesi müsrif bir plan olarak gelmiyor mu?

Peder: Diğerleri için yemek sağlanmış oluyor.
Darwin: Binler sadece bazıları yaşasın diye ölüyor.
Toplam mutluluk bir tür büyük zarara uğramış olmuyor mu?
---
İstilâ böyle bir şey, bir alabalık bile yaşamı istilâ edebilir. Thomas Malthus bunun hesaplarını da yapmış. En masum tür, yok edici bir güç olabilir pekâlâ.

Tabi filmde meseleye istilâ olarak bakılmamış ama bunun adı istilâdır. Tüm canlılar, buna bitkilerde, böceklerde dahil, istilâya meyillidir. Bu potansiyelleri doğuştan vardır. Bizlerde bundan vareste değiliz, yani bizler de insan olarak İSTİLÂCI bir türüz.

Sadece kendimizi ve kendi türümüzü düşünürüz, başka türleri düşünmeyiz. Düşündüğümüz noktalarda da kendimize ihtiyacı varsa düşünürüz.
Buğday mı ekeceğiz, tarlada ki diğer tüm bitkileri yok ederiz gibi.
Ev mi yapacağız, ormanları yakarız/keseriz gibi.

Bu tüm canlılarda böyle, varsa yoksa öncelik kendisi, kendi türü.

"İstilâ" denen dürtü neden dolayı olur?
Dürtü diyorum çünkü, bitkiler ve hayvanlarda da olan bir şey bu, doğan her şeye doğuştan gelen bir özellik bu, dogmatik/genetik, o yüzden dürtü!
Bir fazilet değil, kazanılmış bir yeti, öğrenilmiş bir şey de değil. Yaşam ile birlikte gelen bir duygu.

Yaşam denen enerji, hesapsız bir coşku ve sevinç halidir, yaşam yaşamak ister, yayılmak ister, devam ister vs. Bu istekte akabinde, kendini istilâ olarak gösterir.
Başka çaresi yoktur. Yaşam yargısız, doyumsuz bir şekilde yaşamak ister.
Yaşama isteği masum gelebilir ama o masumluk her yeri kaplayıncaya kadar sürerse, bunun masumluk nereside kalır?

İstilâ masum olamaz!

Yaşam ne kadar yaşamak istesede, onun sınırını belirleyen, gene diğer yaşama isteğidir. Çünkü yaşam tek bir şeye indirgenmişte değildir.
Tek bir türün hakkıda değildir.
Yani yaşamı sınırlayan gene yaşamdır. Bir aslanın yaşama sınırı, başka bir aslana kadardır. Bir insanın sınırı, başka bir insana kadardır.

Filmde eleştirilen müsrif plana gelince, bu müsriflik değil. Daha doğrusu bu bir "hata" değil.
Eğer tüm alabalıklar yaşasa, diğer canlılara yaşayacağı bir alan kalmayacak! peki bu adil mi? doğru mu?
Doğacak yavru 1 tane değil ki yüzlerce, binlerce, ya ötekiler?

Şöyle denilebilir.
Canlılar 1 yavru doğursun ve o da yaşasın. Ya da diğerlerini yemeden tüm canlılar yaşasın.
En makul yaşam şekli bu.
Mutlulukta böylelikle zarar görmemiş olur!

İşte en büyük handikap buradadır, böyle yaşam "Statik" bir yaşamdır, ve heyecanı yoktur, çünkü işin içinde "Garanti" vardır.
Hiç bir şeyi öldürmüyorsun, hiç bir şeyde seni öldürmüyor ve nesillerde garanti altında.
Sıkıcı, tek düze, monoton, lakin mutlulukta garanti!

Hiç bir canlı türü, böyle bir statizmle baş edemez.
Çünkü artık yaşama arzusu, enerjisi, coşkusu, heyecanı kalmaz ortada.
Mutluluk mutsuz bir şeye dönüşür.
Son en baştan belliyse, filmin sonunu bilirseniz o film sıkmaz mı? coşkusu kalır mı?
Coşku, heyecan bilinende değil, bilinmeyendedir.
Aksi yaşam nasıl heyecan verecek, arzu nasıl körüklenecek? coşku nasıl sağlanacak?

Yaşam mücadele varsa anlamlıdır, heyecan varsa tutkuludur, coşku varsa sürdürülebilir.
Değilse yaşam, yaşamak bile istemez ki? mutlu olsun!

Statikliğin en kötü tarafıda budur, kısa bir sürede o kendi kendini yer bitirir. Yaşam mücadele ile anlamlıdır, onunla ayakta durur.
O yüzden "doğa dinamiktir."

Kışlar bunun için vardır.
Kuraklıklar bunun için vardır.
Doğal afetler bunun için vardır.
Ölüm tehlikeleri bunun için vardır.

Bütün hayvanların nasıl tetikte olduğuna iyi bakın!
Dinamikliği görün!

Kısacası statiklik veya garanti beladır!

Devam ...

- İNSANIN YÜKSELİŞİ -

İnsanın yükselişi nasıl olacak?
Neden insan yükselmek zorunda?

İnsan şimdi ki gibi sadece kendi türünü düşünerek hareket ederse, genlerle oynar, mikropları yok eder, ömrü uzatırsa, doğanın bu şekline müsriflik derse, bunuda kendine doğaya müdahale için BAHANE ederse vs. insanın diğer canlılardan ne "farkı" kalır?
Onlarda istilâ etmek için doğuyorlar, bizde öyle doğuyorsak ne farkımız kalır?

Onlardan bir farkımız olmalı değil mi?

İşte bu!
İstilâ etmeyeceksin!
En temel ortak dürtümüz bu!

Tabi önce, istilâ ne demek onu öğrenmek gerekiyor, bilinmeyen şeyin savunması zaten olmaz, öncesi bilmek, sonrasıysa sonra gelir.

İnsan yükselmek mi istiyor? Önce alçalması gerek.
Bende bir istilâcıyım demek bunuda görmek gerek.

Hasılı itiraf iyidir. :)

Ben kutsalım, dokunulmazım, bilimselim vs. demek, her istediğini yapmak, nasıl olsa hesap vermeyeceğim demek, işinde sınır tanımamak, istilâ denen dürtülerden dolayı olur bilesin.

Varsa istilâ, yoksa istilâ !...

Doğru bir hesap vermeyeceksin, böyle bir merci yok ama hayvanların yolundan gidersen de zaten hesabın baştan yanlış olmuş olacak.
İnsanım diye sevin ama hayvanların yolundan git!
Bu insanın yolu olabilir mi?

Eğer insansan, insan kendi hesabını kendi verendir.
Hayvan olana zaten bir hesap yok, hesap insan için! O bilinçte olan için.

İstilânın ne kutsal bir tarafı, ne de bilimsel bir tarafı vardır.
Her tarafa yayılmak arzusunun kurbanı olmakta, bir fazilet değildir.
Hayvanî bir dürtüdür!

Bir lamba yakıldığında odanın aydınlanması karanlığı istilâdir, lamba o odadaki sonradan gelmiş bir şeydir.
Ey insan!
Sen doğduğunda bu doğa varsa, sende sonradan gelmişsin demektir, yani sende bir istilâcısın!

Hayır!
İlk önce ben geldim, ben vardım dersen sözlerimi geri aldım !...

Değilse,
İtiraf et !...

İtiraf iyi.
İstilâ kötü!

Önce alçal.
Sonra yükselirsin!

Yükselmek kaderin.
Yükselmeye mecbursun!

Bu kadar insan olduysan, daha geriye dönemezsin, ileri gitmeye mecbursun.
Geriye bak elbet, hayvanlara bak elbet, bitkilere bak elbet.
Bak ve gör!

Her canlı yaşamı İSTİLÂ etmek için var.
Sende onlar gibi olma!

Doğru, onlar hesap vermedi, vermeyecekte!
Onlar hayvan, bitki!
Ama sen insansan hesabını ver... Hesaplaş!
Sen insansın!

İSTİLÂYI GÖR !...
Tüm canlılar istilâ ateşiyle yanıyor.
Bunu anca SEN görebilirsin!

Bu göz sadece sende var !!

Onlar bunu düşünemezlerde, varsa yoksa kendisini bilirler.
Paylaşmaya da açık değiller.

Ama sen, ey insan!
Sen farklısın!
Sen paylaşırsın, paylaştırırsın da!

Çevreni değiştirebilirsin, ekosistemini yaratabilirsin.
Yapmadığın şeyde değil!
Çünkü sen değişe değişe, evrile evrile bu günlere geldin.

Dersler çıkartabiliyorsun, analizler edebiliyorsun, kararlar alabiliyorsun.

DEĞİŞİMİN ADISIN!

Hem fiziksel, hemde ruhsal değişimler yaşadın ve daha yaşayacaklarında ileride.
Aletler yapabilir, her zorlukların altından kalkabilirsin.

Nice karanlık çağlardan çıktın, nice felaketlerle yüzleştin, nice çaresizliklerden kendine yollar çizdin!
Pes etmedin yılmadın, yıkıldın ama tekrar kalktın, küllerinden kim bilir kaç kere doğdun!

Bu senin farkın.
Farkının farkında ol!
İnsan olmanın ayırdına gel!

Bir tarla faresinin çoğalma güdüsü sende de var, terk et!
Bir çekirge sürüsünün talan gücü sende de var, terk et!
Bir filin sonu gelmez arsız iştahı, sende de var, terk et!
Bir aslanın bölgesini savunma gücü, sende de var, terk et!
Bir çimenin her tarafı istilâ arzusu sende de var, terk et!

Çimen yahu!
İstilâ ruhunu taşıyorsan, savunuyorsan, çimenle aynısın!

Kısaca
Ne var alemde, hepsi sende potansiyel olarak zaten var!
Çimenle de aynısın, hayvanla da aynısın.
Sen alemsin, alemde sen!
O sensin!
Gördüğünsün!
Hissettiğinsin!

Ama sende diğerlerinde olmayan, bir şey daha var.
Onu görüyor musun?
Kesin görüyorsun!
İşte onu terk etme !...
O farkın!

O senin yegâne özelliğindir, kazanımınlarındır.
İnsan olmak doğaya rağmen bir kazanımdır, ayrıcalıktır, farktır.

O kazanım bizlere, elden ele genetik miras olarak geldi.
Ölen hiç bir insan boşa ölmedi, doğan hiç bir insan boşa doğmadı!

Ama meselenin ne olduğu da çok anlaşılmadı.
Azcık zorla, anlarsın!
O zaten her tarafta.
Çok iyi de biliyorsun bunu, sadece adı konmadı!

Besin zincirinin en tepesindesin, midenden ziyade aklını da çalıştır.
İnsan neslini garanti altına aldın, her türlü ortamda insanı dölleyebilirsin. Hatta yaşamı bile kopyalayabilirsin.

Artık türünün yok olma tehditinden de korkma!
Korkularını aştın!

Hamdın,
Piştin,
Yandın.

Boşunamı bunlar?

Artık oldun, TAM OLDUN. Olup olacağında bu.
Binlerce yıllık birikmişliğin son şeklisin.
Daha öten yok!

Şimdini anlamazsan, daha öten yok!
Anlamaya mecbursun!
Bilgi çağında anlaşılmayan şeyin kalması, bilgiye hakarettir.

Şu halde
İstilâyı gör!
İstilâyı anla!
İstilâyı terk et!

Doğaya yardım et!
Doğana sahip çık!
Doğa sana bir misyon yüklemiş, bu istilâyı anca sen görebilirsin, vizyonunu da bu yönde şekillendir.

İSTİLÂ SENİ YÖNETMESİN, SEN İSTİLÂYI YÖNET!

Tıpkı doğa gibi.
Doğa sana bu gücü vermiş ve vermeye de devam veriyor.

YÜKSELİŞİNİN ŞAFAĞINDASIN !

Aslında insan bu istilayı, farkında olmadan biraz da olsa yönetmeye de başladı.
Gör!
Çünkü sen bunun için doğdun, bunun için insan oldun!

Nereden geldin,  nereye gidiyorsun!
Nereye yükseliyor olduğuna iyi bak!

Anlıyor musun!

Doğa olacaksın!
İnsan kalacaksın!

Bir baba kadar sert ve koruyucu, bir ana kadar şefkatli ve sevecen, bir çocuk kadar da neşe ve sevinç olacaksın-Ki oldun da zaten!
Duygusuz kuvvet, kuvvetsiz duygu, her ikiside neşesiz ne işe yarar!
Sen tüm bu toplamların sonucusun!

Başka çaren de yok!
Çare-siz-sin !...

Çare, çaresizliğe gizlenmiş, bilene...
Her türlü çaresizlikten yol bulunur, bulana...
Bu günlerden de çıkış illaki olacaktır, gidene...

Yola inanıyorum.
İnsana inanıyorum.
Doğaya tabiki de inanıyorum.

O öğretiyor!




İnsanlar tarih boyunca, ateşe hükmeden tek tür oldular. Bu onların diğer canlılardan yegâne farklarıydı.

İstilâ denen ateşe hükmettiklerinde ise, gene tek tür olacaklar. Bu ise onların farklarının da farkı olacak.

İnsanlar, insan olduklarının farkında olsalar da, ama niye insan oldular, İşte onun çok farkında değiller!
Büyük bir görev onları bekliyor oysa.

İnsan, içinde ki istila ateşini söndürdüğünde, bu tüm farklarının da farkı olacak!

İnsan olmanın ayırdı, tam da bu olacak.

O gün insan doğa olacak, doğa da insan olacak!

Arada fark kalmayacak!

Yola inanıyorum.
Farka inanıyorum.
İnsana inanıyorum.
Doğaya tabii ki de inanıyorum.

O öğretiyor !..

Çevrene bak ve gör!

Farkında mısın?
İstilâ her yerde!


ŞEHRIN GÖZLERI | EVRIMSIZLIK

Evrimsizlik her yanda kol geziyor !...

İnsanlar Evrim denen şeyi kabullenemiyorlar, bu hayallerine ters geliyor, onlar ise yüceltilmek, kutsanmak istiyorlar, haliyle evrilmedik diye diretiyorlar, direniş gösteriyorlar, öyle ki onu sözde kabul edenlerin bile, bilinç altında ona karşı bir isyan, bir inkar hep yatıyor. Çünkü uzun yaşamak istiyorlar, mükemmel olmak istiyorlar, her şeyi istiyorlar, bu hayallerine tek engelde tabii ki evrim oluyor.

Evrim izin vermiyor, o acımasız!

İnsan durur mu?
Durmuyor elbette, kölelik ve savaşların bile faturasını insanlar, devletlere, dinlere çıkartabiliyorlar. Onlar olmasaydı bunlar olmazdı denebiliyor. Olay bu kadar basite indirgene biliyor yani, peki bu gerçekte böyle mi?

Haydi biraz doğaya gidelim, geçmişe gitmeye, tarihe müracaata hiç gerek yok.
Geçmişi insanlar subjektif anlayışları ile doldurdular zaten. Artık tarihlerden çok bir şey çıkmaz. Lakin doğa da subjektif bir yan yoktur. Çıplaktır o!
Çıkarımları doğadan yapalım o halde.

BİTKİLER
Başkasının hakkı diye bir şey yoktur bitkiler dünyasında, gasp, talan, bencillik hat safhadadır. Öyle ki bazı türler resmen başka bir türün sırtından yaşarlar, onun kanını canını, neyi varsa emerler. Ve bundan zerre pişmanlıkta filan da duymazlar.

HAYVANLAR
Bir başka türü yerken, pişmanlık gibi düşünceler onlarda da yoktur, işgal, talan, bencillik onlarda da hat safhadadır.
Seçilmiş olmanın dayanılmaz hazlarına onlarda sahiptirler.
Kölelik olayları, böceklerde de görülür, kuşlarda da görülür, hayvanlarda da görülür.

Bazı karıncalar, başka karınca türü bebeklerini kaçırıp, onları kendi hizmetlerinde kullanırlar. Bazı yaban arıları canlı canlı yumurtasını, başka bir böceğe canlıyken enjekte eder, onu taşıyıcı gibi kullanırlar. Bazı kuşlar kendi yuva yapmaz, nasıl olsa birileri yapar, onlarda yumurtalarını o kuşların yuvasını bırakırlar.
Bazı maymun türleri köpek yavruları yetiştirip, kendilerini koruma ve hizmetlerinde kullanırlar.
Vs.
Bunların hiç birinde rıza, gönül yoktur, Doğa da işler (açık ve net) zorla, zorbalıkla görülür.
Savaş işini hiç söylemeye gerek yok, savaş doğa da canlılar arasında ki ölüm ve kalımı belirler.

Bunlar büyük resmi oluşturan parçalardır. İçinde yaşanılan doğa böyle bir yerdir, beğenin veya beğenmeyin o böyledir.

Gelelim İNSANLARA
Şimdi insanlar yukarıda sayılan şeyleri, önce DOĞAYA affetmek yerine, önce insana yüklüyorlar. Galiba haklılar! hayvanlar, bitkiler de bizden öğrendiler herhalde.

İnsana yüklenmesinde ki sebepte, inançsal ve ideolojik olarak geçmişi kötülemek, oradan yürüyüp kendine çıkar elde etmektir. Temel analiz bu. Din kötü, ideoloji kötü, şu kötü, bu kötü.
Eyvallah dinler kötü olabilir ama bu dinler niye icat oldu? Bunu da sormak gerekiyor.

Kölelik, savaşlar, bencillikler vs.lerin hepsi doğada görülebiliyor, lakin din dediğimiz şey görülmüyor değil mi? O yüzden insan yapısına aykırı!
Aslında iyi bakarsanız o da görülüyor!
Nihayetinde o da evrildi ve evrilmeye de devam ediyor. O da yeni versiyonuna çoktan geçti, yani güncellendi.
Dinler, öncelikle şehir denen yapılar için bir elzemdi. Bir kurallar bütünüydü. Dinler sadece ibadetlerden ibaret değildi, yaşamla ilgili kuralları da vardı.
Çalmayacaksın, çırpmayacaksın diye şehir içinde "güven ve huzur" için yaşamak için bir gereklilikti. Tanrı görür, melekler görür diyerek insanlar baskılandı.

Hepsi ŞEHİR İÇİNDİ.
Şehirlerin kuralları böylelikle doğdu. Akabinde büyüdükçe büyüdüler, daha da büyüyecekler. Bazıları yok oldu, bazıları yer değiştirdi, bazıları da iyice büyüdü.

Sonuç; İnsanlar gözleniyordu, gözlenmeliydi, artık şehrin gözleri vardı! Kuralsız şehir de yoktu! Bu bilinç aşılandı.
Kural mı?
Bir dakika!
Yani şu hayvanlarda da olan şey gibi mi?
Evet aynen onlar gibi, bir arada yaşamanın şartları sayılan, sert, acımasız, uyulması gereken katı kurallar.
Aslanlar, sırtlanlar, filler gibi, sosyal hayvanların tabii olduğu gibi kurallar.

Yaşam kuralsızlığı kaldırmaz!

Şehrin gözleri de, teknoloji ile bam başka bir boyuta geçti zaten, sensörlerden, foto kapanlara, gps'lerden radarlara elektronik bir biçimde de teknik gözetlemeye geçildi. Her şey evrim geçirirken, şehirlerde evrim geçirdi, dün din ile manevi gözlenirken, bugün bilim ile teknik gözlenmeye devam etti.
Sonuçta hep gözlendik, gözleneceğiz. Şehir bizi gözleyecek vesselam...

Yüksek bir tepeye çık, şehre yukarıdan şöyle bir bak!
O şehir yaşıyor, canlı o!

Ruhsuz, taş duvarlardan, beton bloklardan, kaldırımlardan, caddelerden ibaret değil o! Hissedebiliyor musun?
Kanında alyuvarlar, akyuvarlar nasıl ki dolaşıp sana hizmet ediyorlarsa, şehrin sokaklarında dolaşıp, o şehre hizmet ediyorsun !...
Neye bakıyor olduğuna iyi bak!

İnsanlar o şehri yaratmadı, o şehir insanları kullandı! Madalyonun bir yüzü böyledir. Sinsice, ustalıkla, hissettirmeden gerçekleştirdi bunları da ve sakinlerini de kullanmaya devam ediyor! Anlayabiliyor musun?

Şehir!

Canlı!

Göz!



BÜYÜK RESİM
Savaş, kölelik, işgal gibi şeylere geri dönersek, bunu insana maletmek, küçük resme bakmak demektir. İnsanlarla ve onların idealleriyle, inançlarıyla uğraşmak küçük resimdir. İnsan bunu yoktan var etmedi, havadan hiç bir şeyi icat etmedi.
Ya ne etti! Zaten varolan şeyleri kullandı, bunu keşfetti hepsi o!

Çünkü her şeyin hazır olduğu bir hayata geldi!

Büyük resme bakınca, bu işlerin faili doğadır! Patentler ona aittir! Bunlar doğada, doğal bir şekilde vardır.
Ne yani, fail o diye, fiili yok mu sayacağız? Denirse de, denir ki! Hala küçük resme bakıyorsun, kurtul bundan, büyük resmi hele bir anla! Kararını sonra verirsin, acele etme!
Böyle diyorsan zaten meseleyi hiç anlamamışsın demektir.

İnsan doğada küçük bir resme denk geliyor, hepsi o.
İnsan en temelde bir şeylerin faili değil, fiilidir. Sebebi değil, sonucudur.

İnsanın barış dediği de, savaş dediği de kendi ile ilgili olan şeylerdir. Kendi küçük hayal dünyasının, küçük bencillikleri, küçük hesaplarıdır.
İnsanlar savaşı niye kötü görürler? Kendi türü ile ilgili olduğu içindir! bunun da ideolojik, inançsal kurgularına malzeme yaparlar ki barışa da iyi derler.

Ne barışı!
Hangi barış!

Doğaya dair en ufak bir bilgi, birikim, gözlem edinme, onu yok say, hesaba katma, barış içinde yaşıyorum de. Veya onu hayal et! Bu anca cehalet uykusudur, gerçeğe göz kapamaktır.
Başka türleri ye dur, adeta onlara savaş aç, doğayı talan et, tahrip et, istilâ et, bitki, hayvan neslini kır geç, bundan en ufak bir pişmanlıkta duyma, sonrada barış de!
Bu neyin barışı?
Bu doğaya karşı bir savaştır!

Onu fark etmediğin, yok saydığın, sadece kendi türüne odaklandığın için, bir savaştır bu. Sonra da zafer kazanmış bir komutan edasıyla, huzur içinde uyu!
Oh ne güzel hayat!
Bencil olmak cahil olmayı haklı çıkartmaz, Okuyabilirsin, araştırabilirsin, en önemlisi düşünebilirsin, yani bahanen de yok ki.

Doğayı fark et!
Düşün onu!
Anlamaya çalış!
Neyi anlamaya çalıştın da anlamadın!
Doğa da savaş her daim var, yıkım her daim var, ölüm kol geziyor her yanda. Barış nerede!?

Büyük resme göre;
Bir insan diğerini öldürmedi diye, bu barış mı oluyor? Barıştan anladığın bu mu? Eğer bu dediğin barış ise ; DOĞA İLE ASLA BARIŞAMAZSIN !...
Onunla barışmayınca da, savaş halinden hiç çıkamazsın! Senin barış dediğin (Büyük resme göre) bir hayal, hâlâ savaştasın!
Bırak şu küçük resme bakmayı, inançlar ideolojiler hep küçük resimdir. Büyük resimde, ne inanç var, ne ideoloji var, ne de hayal var, hatta ne de sen varsın. Sen anca toplum olarak varsın, yani sizler var, insan türünün hepsi var.

Öte yandan durumun da bir o kadar özel, çünkü bir gün (istesende/istemesende) doğa olacaksın ve onu yöneteceksin! Sen değilse bile senin türün yönetecek, illaki senin de payın olacak, kendini ayrı görme! Bu halinle nasıl yöneteceksin! Neyi miras bırakacaksın? Hayallerde yaşıyorken nasıl varis olacaksın !...

Doğanın göz bebeğisin ki onun gözü olacaksın. O seni eviriyor, eğitiyor, yetiştiriyor anlamıyor musun?
Ona iyi bak, onun yanında ol yeter! Karşısında durma, kaybedersin!

Yükselişinin şafağındasın ama bir türlü uyanamadın gitti. Doğada, doğadan habersiz bir oluşum yok!
Onda hepsi var!
Bir şeyi kötülediğin de, doğayı kötülersin haberin olsun. Kötülediğin şeyi de sana, al bunu kullan demezler. Evvela TEMELİ BİLECEKSİN.
Kölelikler doğada zaten var olan bir şeydi, insanlar icat etmedi onu. Savaşlar da doğada var olan bir şeydi, insanlar icat etmedi onu. Yalanlar, dolanlar, hırsızlık vs. hepsi de vardı. Elbette iyilikler, güzellikler de vardı, onuda insanlar icat etmedi.

Ona iyi bak!

Doğada olmayan bir şey yok ki! Sorun orada!
Doğduğumuz da her şeyin hazır olduğu bir yaşama geldik. Her şey olması gerektiği gibiydi. Ne eksik ne fazla.
Eksiklik olsa tıkanırdın, fazlalık olsa çıldırırdın. Yani hepsi kararında.

Bize düşen bunu anlamak mıdır? Yoksa bunu yok etmek, kötülemek midir? Kötülüyorsan işleyişi bilmiyorsun, hayallere fazla dalıyorsun demektir.
Kısacası doğada düzeltilebilecek bir şey yok, faturayı yanlış yerlere kesme, tek düzeltebileceğin kendindir!

Aslında kendini de çok düzeltemezsin, anca kendini "fark" edersin.

Mükemmel insan profili, inançların, ideolojilerin çizdiği "yanlış" bir insan profildir ki bu hayaldir, böyle bir şey yoktur. Böyle diye diye insanlar kandırıldı, bir hayal peşinde sürüklendi, en kötüsü de kötü bir dünyayı hayal ettirip, faturayı da diğer insanlara kestirip, kötülerden temizlemek gibi, kutsal bir davalar güdüldü ki, Doğayı kötü bil, onunla savaş, amaçları buydu!

Doğaya rağmen, mükemmel insan nasıl olacak ki? Doğa ile savaşarak mı?
Ya da onu yok sayarak, birilerinin peşinden koşarak mı?
Bu mu mükemmellik?
Mükemmellik anlayışı bir hastalıktır, kurtul bundan.

Sen neysen o sundur, ötesi değilsindir.

Alemde mevcut olan ne varsa, sende bir şekilde zaten var.

Sen!

Doğa!

Fark!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Ruhun tekamülü bedenleşme,
Bedenin tekamülü de doğalaşmadır!


Copyright 2008 - 2024 🇹🇷 @Felasife | Site haritası

Mal sahibi, Mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi!

Creative Commons Atıf 4.0 Uluslararası Lisansı